← → Önceki ve sonraki yazılar için okları kullanın
Fatih’in Çarşamba semtinde, Fethiye mahallesinde bulunan Fethiye müzesine gidiyoruz şimdide. Hava sıcak, bu güneşin altında sokaklarda dolaşmak zor olsa da Müzeye gitmeye kararlıyız. Sora sora müzenin yolunu buluyoruz. Dışarıda bekleyen müze görevlisi ve arkadaşları karpuz yiyorken bize yakalanmış olmanın rahatsızlığı ile “Müzeye mi geldiniz?” diye soruyorlar. Müze kartımızı göstermemizi istiyorlar, daha sonra onlar karpuzlarına geri dönerken, biz buraya da Müze kart ile ücretsiz girmenin rahatlığını yaşıyoruz.
Kariye Müzesi’ne çokta uzak olmayan bir yerde bulunan Müze, Doğu Roma döneminde yapılmış, Pammakaritos manastırına ait bir kilise. İmparator VIII. Mikhael Palailogos’un yeğeni Protostratos Mikhael Dukas Tarkhaniotes tarafından 1292-1294 yılları arasında yaptırılmış olup Hz. Meryem’e adanmış kiliselerden biri. Ayasofya müzesine bağlı olan bu ufak ama şirin kilise ye ait bilgileri yine kendilerine ait web sayfasından almak mümkün. Kilise İstanbul’un fethinden sonra 1454 yılında patrikhane olarak kullanılmış. 3. Murat’ın 1601 yılında Gürcistan ve Azerbaycan’ı fethetmesiyle, fethin hatırası olarak camiye dönüştürülmüş ve adına da Fethiye Cami denilmiş. Bu sırada tabi ki kilisenin içine bir mihrap kısmı, ayrıca minare ve medrese kısmı da eklenmiş. Cumhuriyet döneminde birçok yerde yapıldığı gibi burası da bir müzeye dönüştürülmüş. İyi ki de dönüştürülmüş diyorum çünkü bu tarz eserler eğer koruma altına alınmazsa kısa sürede yok olup gidiyor. Manastırken Kilise’ye, Kilise iken Cami’ye, Cami iken Müze’ye dönüşmüş kendi bahtının kararsızlığı içinde kalan bu yapı başka birşeye dönüşmeden gidip görmenizde fayda var.
Müze çarşamba günleri dışında her gün 09.00-18.00 saatleri arasında gezilebilir. Müzeyi ilk gördüğümde küçük Ayasofya demiştim, nedense bana onun mimarisini anımsatıyor. Çok minyatür bir versiyonu tabi ki de. Kilisenin tavanlarında kullanılan mozaiklerin bir kısmı malesef tahrip edilmişse de halen göz alıcı. Bu tahribatın nedeni ise Kilise camiye çevrildikten sonra duvarlarının sıva ile kaplanmamış oluşu. Eğer sıva ile kapatılmış olsalardı bugün çok daha fazla mozaik gün ışığına çıkarılmış olurdu…Müzede dolaşırken kimsecikler yok, görevli dışarıda hala karpuz yemekle meşgul. Fazla gelen giden ziyaretçi de olmuyor sanırım. Biz bulunduğumuz sırada bir kişi bile gelmedi ta ki biz çıkarken gelen 2 turiste kadar. İçeride uzun süre oyalanıyor, rahat rahat mozaikleri inceliyoruz. İçeri sızan ışık hüzmeleriyle Hz. Meryem’in ruhu sanki içeride dolaşıyor gibi hissettiriyor bana. Bu oyalanma faslını biraz abartmış olacağız ki görevli bize bakmaya geliyor nihayet. Ben ise o sırada girişte bulunan kilisenin tarihini anlatan yazıyı okumakla meşgulum. Görevli ise gayet uslu durduğumuza kanaat getirdikten sonra yeniden arkadaşlarının yanına dönüyor.
Bizde daha sonra müzenin bahçesine çıkıyoruz. Bahçenin arka tarafında ufak bir ev var, galiba bekçi falan kalıyor burada. Arka tarafta bir kaç ağaç gölgesinde biraz dinleniyoruz. Cami’nin minaresini inceliyorum bu sırada. Cami, namaz saatlerinden 20 dakika önce ziyarete açılıyor, içerideki süslemeler zarar görmesin diye böyle bir uygulama yapılıyormuş. Bi,z kapalı olduğundan minaresini gezemiyoruz malesef. Buradan ayrılmaya karar verdikten sonra bahçesinin bir kaç fotoğrafını daha çekiyorum. Görevli ve arkadaşları o sırada kapının önünde sandayelerde oturmuş hala birşeyler yemekle meşguller. Kapıdan çıkarken tepsilerinde peynir, kahvaltılık, çay gibi başka yiyecekler de olduğunu farkediyorum.
Eğer buralara kadar gelmişşeniz önce Kariye Müzesi’ni gezin derim. Orayı gezdikten sonra Fethiye Müzesi’ne nasıl giderim diye düşünüyorsanız onu da ben sizin için düşündüm. Şöyle oluyor:
Daha Büyük Görüntüle
Fotoğraflar için OBJEKTİFİMDEN sayfasına git…
← → Önceki ve sonraki yazılar için okları kullanın