Gezente.com

Avrupa’da “Avicenna” adıyla tanınan ünlü İslam düşünürü ve tıp adamı kimdir?

← → Önceki ve sonraki yazılar için okları kullanın

Bugün gezi yazısı yok, manzara fotoğrafları yok, tatil anıları da yok. Onun yerine tarihe damgasını vurmuş biri var satırılarımda… Onun hakkında bir şeyler yazmak istedim. Bir çok alanda çok önemli fikirlere sahip  Büyük Türk düşünürü, bilimadamı, felsefeci, Matematikçi, geometrici  kendisine ait bir çok sıfat var. Bugün 21 haziran onun ölüm yıl dönümü. 21/06/1037 yılında hayata gözlerini kapayan ve tüm Avrupalı’nın bir çok konuda yanıldığı gibi İranlı sandığı ama aslında Türk olan Avicenna lakabı ile tanınan hayatı eserleri ve zekası ile beni kendine hayran bırakmış birinden bahsedeceğim…

Adını satırlarımın sonunda bulacağınız bu çok değerli insan; Babası Abdullah, maliyeye ait bir görevle Afşan’dayken 980 yılında dünyaya geldi. Babası Abdullah, Samani İmparatorluğu‘nun önemli şehri Belh‘ten gelen saygın bir bilim adamıydı. Çok küçük yaşlarda okuma yazma öğrendi ve sabaha kadar mum ışığında çalışıp okuduklarını çok kısa zamanda öğrenme becerisi ile öğretmenlerini hayretler içinde bıraktı. Büyük Türk bilgini henüz 10 yaşındayken Kur’an-ı Kerim‘i ezberledi. Gündüz okuduğu problemleri düşünmek için geceleri hiç uyumaz, yorgunluktan uyuya kaldığı anlarda bile rüyasında bu sorularla uğraşır ve uyandığında soruların cevaplarını bulmuş olurdu. Bir gün Aristo’ya ait bir metafizik sorusu ile karşılaştı, uzun süre düşünmesine rağmen cevabını bulamadı. Bunun üzerine sahaflarda dolaşarak kitap aramaya başladı. Onu çok iyi tanıyan sahaflardan biri kendisine  bir kitap önerdi. ” İçinde aradığın soruların cevabını bulacaksın” dedi. Bir kitap satıcısının nasıl olupta kendisinden daha fazla şey bildiğine şaşırıp kitabı büyük bir azimle okumaya başladı. Kendisine önerilen kitap Fârabî‘nin Aristo‘ya ait bir kitabıydı ve gerçekten de aradığı sorunun cevabı bu kitabın içindeydi. Bunun için secdeye kapanıp Allah’a dua etti. Farabi adına fakir halka sadaka  dağıttı. Bu olaylar yaşandığında Farabi de henüz hayatta ve 30 yaşındaydı. 14 yaşına geldiğinde bildikleriyle kendi hocalarını geçmeye başlamıştı. Sadece belli bir alana ilgisi yoktu, bir çok konu ile yakından ilgileniyordu. Felsefe, Metafizik, Tıp, Akıl, Bilimlerin sınıflandırılması gibi çok çeşitli alanlarda her bulduğu eseri okuyor bunun üzerinde düşünüyor, çok az yemek yiyor ve  çok az uyuyordu. 16 yaşına geldiği zaman doktorlarla ameliyatlara giriyor dönemindeki tüm tedavi yöntemlerini öğreniyordu. Bununla da yetinmeyip kendisi yeni tedavi yöntemleri geliştirdi. 17 yaşındayken Samani imparatorluğu‘nun Emir’i ateşli bir hastalık geçiriyordu ve doktorlar kendisine bir şifa bulamadılar. Ölümü beklenen Emir için yeni tedavi yöntemleri geliştirerek onu sağlığına yeniden kavuşturdu. Bunun üzerine Emir onu saraya yanına aldı ve saray kütüphanesinden sınırsız yararlanma hakkı verdi. Tabiki bu durumu kıskananlar oldu Emir’e olan yakınlığı nedeniyle çevresinde dosttan çok düşman birikmeye ve onun bir hatasını aramaya başladılar. Bu sırada kütüphanede bir yangın çıktı, düşmanları bunu fırsat bilip onu kundakçılıkla suçladılar. Bu tip olaylar onun hassas kişiliğini çok etkiledi.

19 yaşına geldiğinde doktor unvanı aldı ve hastaları ücretsiz tedavi etmeye başladı. 22 yaşında iken babasını kaybetti. 24 yaşındayken Samani Hanedanlığı sona erdi, bunun üzerine buradan ayrıldı. Gazneli Mahmut‘un teklifini kabul etmeyerek Batı’ya Ürgenç‘e gitti. Buradaki Vezir bilimin önemine inanan birisiydi ve kendisine bir maaş bağlayarak orada çalışmasını sağladı. Çalışmalarını genişletmek üzere çevredeki şehirlere gidip oradaki hastalara yardımcı olmaya başladı, geliştirdiği tedavi yöntemleri ile şöhreti etrafa yayılmaya başlamıştı. O esnada bir ayaklanma çıktı ve kendisine yardımcı olan Hükümdar ayaklanma sırasında öldürüldü. Şehir çok karışıktı bu yüzden şehirden ayrılmaya karar verdi. Hazar denizi kıyısında Gorgan‘da karşılaştığı arkadaşı ile onun yaşadığı yere gitti ve bu şehirde astronomi dersleri vermeye başladı ünlü tıp kitabı Kanun’u burada yazmaya başladı.

Buradan da ayrıldıktan sonra bir süre Rey‘de Kazvin‘de çalıştı, oradan da ayrılarak İsfahan‘a yerleşti. Hayatının son yıllarını Ebu Cafer‘in hizmetinde geçirdi. Tıp alanında devrim yaratan Kanun adlı eserini ve bunun gibi çok önemli yüzlerce eseri yazdı. O dönemde Mikrop henüz keşfedilmediği halde kitabında hastalığa yol açan şeyi Mikrop’un benzeri bir tasvir ile anlatarak aslında ne kadar ileri görüşlü olduğunu göstermiş oldu. Kendisi Mide rahatsızlığından dolayı yatağa düştü ve önerilen tedavi yöntemlerini uygulamayı kabul etmedi. Son günlerinde mal varlığını fakirlere dağıttı Kur’an okudu ve çok erken bir yaşta 57 yaşında bugün hayata veda etti. Tıp tarihinde tüm dünyada 700 sene başyapıt olarak tüm Tıp okullarında okutulan Kanun adlı eseri Avrupa’da Tıp alanında bir çığır açmış ve Avrupalılar ona Hâkim-i Tıb, yani hekimlerin piri ve hükümdarı demişlerdir. Bugün hala Paris Üniversitesi’nin St Germain Bulvarı yakınındaki konferans salonunda onun portresi asılıdır. Eserlerini Türkçe yazmadığından dolayı ise kendisi Avrupa’da bir süre İranlı sanılmıştır.

Çağının her zaman önünde fikirlere sahip olan bu Türk bilim adamı İb-i Sina‘dan başkası değil elbette. Bir süredir kendisi hakkında araştırmalar yaptığım ve okuduklarım karşısında kendisine olan hayranlığımın sürekli arttığı için ve  İbn-i Sina’nın bugün ölüm yıldönümü olması nedeniyle onu anlatmak ve anmak istedim. Keyifle okumuş olmanızı dilerim… Ona ait sözlerle yazımı burada noktalıyorum.

“-İlim ve sanat ittifak görmediği ülkeyi terk eder.
– Dünya bir eğlence ve oyun yeri değildir.
-Kendinin ne olduğunu bilen insan, bazı kendini bilmezlerin, onun hakkında söylediklerinden etkilenmez.
-İnsanın ruhu kandil, bilim onun aydınlığı ve Tanrısal bilgelik de kandilin yağı gibidir. Bu yanar ve ışık saçarsa o zaman sana “diri” denilir.

-Hiç kimse görmek istemeyen kadar kör değildir.” …

← → Önceki ve sonraki yazılar için okları kullanın

One Comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir