- Üsküp’te Bir Doğa Harikası; Matka Kanyonu ve Milenyum Haçı
- Ucuza Seyahat- 1 Günde Üsküp Nasıl Gezilir? Üsküp Gezi Rehberi
- Parma-İtalya Gezilecek Yerler-Alışveriş Rehberi
- Bologna-İtalya Gezilecek Yerler- Nerede Ne yenir?
- Basel Gezilecek Yerler -İsviçre Noel Pazarları
- Strazburg Gezi Rehberi – Gezilecek Yerler
- Heidelberg Gezi Rehberi – Almanya’nın Romantik Şehri
- Stuttgart Gezi Rehberi
- Avrupanın En İyi Noel Pazarları ; Eugisheim-Fransa
- Avrupanın En İyi Noel Pazarları; Colmar-Fransa
Prag’ta Kavarna Slavia’ da Nazım Hikmet’i hissetmek…
Prag şehri gerçekten büyülü bir şehir. Uzun yıllar hep gitmek istediğim, kafamın bir köşesinde sessizce zamanını bekleyen bir yerdi benim için. Bilmediğim ülkelerin bilmediğim sokaklarında dolaşırken hep hayaller kurarım kafamda eski zamanlara dair. Özellikle de o şehrin bizim kültürümüz ile veya bizden biri ile etkileşimi varsa. Paris‘te La Depart Cafe‘de Atilla İlhan ve aşık olduğu Maria Missakian‘ın hikayesini yazmıştım daha önce La Depart Cafe / Atilla İlhan ve Aşkı yazımda. Le Depart Cafe’de oturup şairin kendi sesinden şiirlerini dinlemiş ve aşkını içimizde hissetmiştik. Prag’ın da benim için özel bir şehir olması birazda Nazım Hikmet‘in bir dönem burada günlerini geçirmiş olmasıydı aslında. Şairlerin o dönemlerde yaşadığı evleri veya gittikleri cafeleri görmek içimde ayrı bir tutku ayrı bir heyecan barındırıyor her zaman.
Prag’ın güzelliği belliki Nazım Hikmet’i de kendine esir etmiş O’ da bu şehrin sokaklarını arşınlamış, bu şehirde hayaller kurmuş ve güzel şiirler yazmış. Nazım Hikmet Prag’ta 1956 ile 1958 yılları arasında yaşamış ve Prag’ta iken gitmeyi sevdiği yerlerden biri de Kavarna Slavia (Slavia Cafe) imiş. Charles köprüsüne henüz gelmeden nehir kenarında Ulusal Tiyatronun hemen karşısındaki bu güzel cafede biz de zaman geçirmek ve büyük üstadı hissetmek istiyoruz birazda. Akşam gün batımını Vltava nehrinden izledikten sonra nehir kenarında yürümeye devam ederek hem ılık bir yaz akşamının güzel esintilerini yüzümüzde hissediyor hem de içimizden hayaller kurarak, eşsiz manzaranın da tadını çıkarmaya devam ediyoruz. Prag rüya gibi bir şehir, bir hayaller ve düşler şehri benim için. Hitler bile bombalamak istememiş ki savaş sırasında sadece 1 bomba düşmüş bu güzel şehre. Bu nedenle de tarih capcanlı karşısınızda duruyor ve siz Ortaçağ‘ı yaşıyorsunuz sokaklarında gezerken. Nehir boyunca yürürken hem gün batımı hem de Prag kalesinin eşsiz güzelliği karşısında gözlerimi alamıyorum bu manzaradan. Baktıkça bakmak izledikçe izlemek, akşam güneşinin kızıllığında kaybolmak geliyor içimden.
Şehir ışıkları yanmaya başlamışken Tramvaylar geçiyor yavaşça yanımızdan, içlerinde neşeli cıvıl cıvıl insanlarla doluyken. Ne kadar mutlu ne kadar yaşayan bir şehir diye düşünüyorum. Sokaklar turist kalabalığıyla doluyken bile sıkılmıyor her köşesinden bir tarih fışkıran bu şehre bakmaya doyamıyorsunuz. Bu güzel hisler içindeyken karşımıza çıkıyor Kavarna Slavia, benim için ise Nazım Hikmet‘le karşılaşmak gibi adeta heyecan verici. Çoğuna göre bir cafe veya restoran, belki önemsizce ama hayallere dalmayı, geçmişin sularında yüzmeyi seven biri olarak ben kapısından girerken Merhaba Nazım diyorum ona sessizce. Merhaba Nazım bak biz geldik sana güzel ülkenden güzel insanlar getirdik.
Biz arkadaşım ile içeri girerken eşlerimizde yakınlarda bir atm bularak biraz daha çek korunası almak için uzaklaşıyorlar kısa bir süreliğine yanımızdan. Kapıdan girdiğimizde önce bir giriş holü karşılıyor bizi, solda ise Slavia cafenin girişi var. Cafeye girdiğimizde önce camlı vitrinden bize göz kırpan güzel pasta dilimleriyle karşılaşıyoruz. Hepsinden tatmak için sabırsızlanıyorum adeta.
İçerisi kalabalık ama biz sonlara doğru gidip ışıklarla bir gelin gibi süslenip püslenmiş güzel güzel parlayan Charles köprüsünü de görebileceğimiz bir manzara gören masa buluyoruz hemen kendimize. Bir süre sonra garson geliyor kahve ve tatlılarımız için menüyü alıp incelemeye başlıyoruz hemen. İsterseniz yemek menüsü isterseniz de tatlı menüsü alarak buradaki atmosferin keyfini çıkartabilirsiniz.
Yiyecek alternatifleri de oldukça güzel görünüyor ama biz akşam yemeğini Eski Şehir meydanında daha otantik bir mekanda yemeği tercih ettiğimizden kahve ve tatlı almayı tercih ediyoruz. Bolca methini duyduğumuz ve denemek için sabırsızlandığım bir kaç tatlı var aslında kafamda o yüzden seçimde zorlanmıyorum ve Slavia Sacher Cake, Apple Strudel, Tiramisu in Cup ve Cheese cake alıyoruz yanına da ismini çok duyduğum Melange isimli bir kahve, Caramel Macchiato ve 2 Americano sipariş veriyorum. Hepsi için 551 cek korunası ödüyoruz. (Ortalama 63 tl ). Tabiki hepsini kendim için istemiyorum bu geziye eşlik eden arkadaşlarımız adına da sipariş veriyorum. Tüm tatlılardan tadıyoruz, adını daha çok Viyana’yı araştırırken duyduğum Sacher ve Apple Strudel‘i sonraki günlerde Viyana‘nın çok ünlü bir cafesinde yesekte (laf aramızda Viyana’dakilerin hiç birini beğenmiyoruz o kısma sonra geleceğim) kesinlikle Prag’ta Slavia Cafe‘de yediklerim hepsinin en güzeli. Herkesin damak tadı farklılık gösterebilir ama bizim dörtlünün de benimle aynı fikirde olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim.
Ben en çok Apple Strudel’ i seviyorum, ikinci olarak ta Sacher Cake yoğun çikolata tadına rağmen güzel. Tiramisu bizim için her ülkede yeme geleneği olduğundan bir olmazsa olmazımız olarak eh işte, (Roma‘dakiler kadar güzel değil) son olarakta Cheese Cake‘in çok daha güzellerini yemiştim diyebileceğim bir tada sahip. Aplle Strudel gerçekten güzel ki hakkında bir çok ülkede yiyenlerden genellikle ya çok sevenler yada sevmeyenler diye iki kutup oluşturan bir tatlı olarak bu seyahatte diğer ülkelerde de denemiş biri olarak en çok Prag’ta yediğimi beğendiğimi söyleyebilirim. Tatlılar ve kahvelerimizi afiyetle yedikten sonra ben biraz daha ortamın tadını çıkartırken Piyano çalmaya başlayan Piyanistin de katkısıyla güzel notalar arasında romantikleşiyor ve Nazım’ı özleme moduma dönüyorum galiba. Bu masada mı şurdakinde mi otururdu, acaba buradan mı Charles köprüsünü izlerdi diye kendi kendime yine başka bir dünyaya yolculuğa çıkıyorum sizi de bu güzel şiiri ile baş başa bırakıyorum.
Slavya kahvesinde oturan dostum Tavfer’le,
Vıltava suyuna karşı oturup,
Tatlı tatlı yarenliği severim
Hele sabahları hele baharda.
Hele sabahları hele baharda
Konuşurken dalar dalar gideriz
Bir yitirir bir buluruz birbirimizi.
Hele sabahları hele baharda.
Prağ şehri yaldızlı bir dumandır
ve kızıl, kocaman bir elma gibi.
Nezval geçer taze çıkmış kabrinden
Param parça yüreği de elinde
ve Orhan Veli’yle karşılaşırlar
Urumeli hisarından gelir o
ve telli kavağa benzer Orhanım
Yüreciği delik deşik onun da.
Biz de aynı loncadanız biliriz Tavfer
Zanaatların en kanlısı şairlik
Sırların sırrını öğrenmek için
Yüreğini yiyeceksin, yedireceksin.
Pırağ şehri yaldızlı bir dumandır
Vıltava suyunun köpüklerine
Martı kuşlarıyla gelir istanbul…
Lejyonerler köprüsüne gidelim Tavfer
Martı kuşlarına ekmek verelim.
Nazım Hikmet (26 nisan 1958)
Büyük üstada saygı, sevgi ve özlemlerimizle…
Related Posts
About gezente
Gezente; Sitede ki gezi yazıları ve fotoğraflarının sahibi, aynı zamanda gezmeyi ve fotoğraf çekmeyi bir tutku derecesinde seven biri. Profosyonel düğün ve doğum fotoğrafçısı olarak çalışıyor. Evli ve Mishka isimli dünya tatlısı bir kedi sahibi. Hem çok okur hem çok yazar bir kişilik olması dışında farklı ülkeler ve şehirlerde kendi ruhundan bir parça bulabildiğine inanmakta. İnsanlarla sohbet etmeyi ve gittiği her yerin hikayelerini dinlemeyi de seviyor. Bunda hayalperest olmasının da bir payı olduğunu düşünüyor. Hiç bir şehir hikayesiz yaşanmaz ise her şehir de bir hikaye yaşamayı ve yaşanmışlıkları anlatmayı da istiyor. Hayali ise adam olacak çocuk programını izlediği yıllarda hayranı olduğu Barış Manço gibi dünyayı dolaşmak. Kim bilir belki de bu hayal gerçek olur.