← → Önceki ve sonraki yazılar için okları kullanın
Bu hafta kitaplığımda 2 sene önce okuduğum ama sizinle mutlaka paylaşmak istediğim için yeniden okuduğum bir kitap var Serenad… Zülfü Livaneli‘nin çok satan romanı. Gerçekten oldukça akıcı bir üsluba sahip olmasının dışında hikayenin kurgusu içinde gerçek olaylar barındırıyor olması da insanı okurken tarihte bir yolculuğa çıkarıyor. Struma gemisindeki faciayı ve hikayenin kahramanları Maximilian ile Nadia’nın trajik hikayelerini okurken sayfaların nasılda hızla akıp gittiğine şaşıracak kendinizi bir film izlermiş gibi hissedeceksiniz. Bu hikayeyi ise Prof. Maximilian’ın bir konferansa katılmak için İstanbul‘a geldikten sonra ona eşlik eden Maya’nın ağzından, onun bakış açısından dinliyoruz.
Kitabın arka kapağında şöyle yazıyor;
” Her şey 2001 yılının Şubat ayında soğuk bir gün, İstanbul Üniversitesi’nde halkla ilişkiler görevini yürüten Maya Duran’ın (36) ABD’den gelen Alman asıllı Profesör Maximilian Wagner’i (87) karşılamasıyla başlar. 1930’lu yıllarda İstanbul Üniversitesi’nde hocalık yapmış olan profesörün isteği üzerine Maya bir gün onu Şile’ye götürür. Böylece, katları yavaş yavaş açılan 60 yıllık dokunaklı bir aşk hikayesine karışmakla kalmaz, dünya tarihine ve kendi ailesine ilişkin bir takım sırları da öğrenir.”
Kitaptan alıntılar…
“…Hepimiz içimizde, gizli, nazik davranışlarla üstü örtülen ama bir tehdit algıladığımız zaman hemen o keskin dişleriyle ortaya çıkan bir timsah taşıyoruz…”
“…İnsan ancak yapabileceğini isterdi. “İstemek” kavramı, “dilemek”ten ve “hayallere dalmak”tan farklı bir şeydi. Bedelini göze almakla, gereğini yapmakla ilgili bir şeydi…”
” Bir süre sonra sipariş ettiğim hünkar beğendi geldi de başımı öne eğip sadece yemekle ilgilenme imkanı buldum. Sultan Aziz’in konuğu olarak İstanbul’a gelen Fransa İmparatoriçesi Eugénie çok beğendiği için bu ismi almış olduğunu profesöre anlatmak geldi içimden…”
“…Benim tezim, bütün hakların, bütün kültürlerin birbiri hakkında ön yargılara sahip olduğudur. Eğer bir gün bu ön yargı kelimeleri, yani Avrupa dillerindeki barbar, Japon dilindeki gaijin, Müslümanlardaki kafir, Almanlarda ki Ari olmayan gibi ön yargı sıfatlarını kaldırabilirsek, amacımıza ulaşabiliriz. Amaç nedir derseniz bence tam olarak şudur: İnsanın değerinin sadece insan oluşundan geldiği; din, milliyet, cinsiyet, renk, cinsel tercih, siyaset gibi birtakım ön sıfatlarla ayrımcılığa uğratılmadığı bir hümanizm anlayışı…”
← → Önceki ve sonraki yazılar için okları kullanın