- Üsküp’te Bir Doğa Harikası; Matka Kanyonu ve Milenyum Haçı
- Ucuza Seyahat- 1 Günde Üsküp Nasıl Gezilir? Üsküp Gezi Rehberi
- Parma-İtalya Gezilecek Yerler-Alışveriş Rehberi
- Bologna-İtalya Gezilecek Yerler- Nerede Ne yenir?
- Basel Gezilecek Yerler -İsviçre Noel Pazarları
- Strazburg Gezi Rehberi – Gezilecek Yerler
- Heidelberg Gezi Rehberi – Almanya’nın Romantik Şehri
- Stuttgart Gezi Rehberi
- Avrupanın En İyi Noel Pazarları ; Eugisheim-Fransa
- Avrupanın En İyi Noel Pazarları; Colmar-Fransa
Amsterdam 1 günde nasıl gezilir?
Amsterdam‘dan başlayarak Belçika ve Almanya‘ya uzanacak gezimizin şu an 3. günündeyiz. Amsterdam’ın kasabalarını gezdiğimiz yazılarımızı okumak isterseniz Zaanse Shanse ve Haarlem yazısını buradan yok ben yazıdan sıkılırım videolusu yok mu derseniz vlogu izlemek için youtube kanalımıza, Edam, Volendam, Marken, Monnickendam yazısını ise buradan okuyabilir veya yine vlog izlemek için şuraya tıklayabilirsiniz. Sonsuz hizmet veriyoruz daha ne yapalım 🙂
Kasabaları izlediyseniz ben Amsterdam‘da 1 günde ne yaptık ondan bahsedeyim biraz. (Bu yazıda iki gezide de gezdiğimiz yerlerden öneriler paylaşacağım) Bu bizim dediğim gibi 2. gelişimizdi ve daha önce 2013’te Paris‘ten buraya gelmiş ve doyasıya gezip tüm turist aktivitelerini gerçekleştirmiştik. (Paris yazılarını okumak için tık tık )O dönem yoğun iş hayatım yüzünden Paris yazılarını bitirdikten sonra Amsterdam’ı yazmaya hiç fırsat bulamamış araya giren yeni geziler yüzünden de hep ertelemek zorunda kalınca sonunda Amsterdam yazısını rafa kaldırmıştım. Buraya yeniden gelme fırsatını bulunca aynı yerleri gezmek yerine daha önce gitmediğimiz masalsı kasabalarını gezelim dedik ve şehre de son günümüzü ayırdık. Buradan Belçika‘ya geçeceğiz akşam üstü. Ben bu kısa günde bu sefer Piri uygulamasını kullandım. İlk olarak yazıda bahsedeceğim yerlerin bir videosunu izlemek isterseniz sizi Youtube kanalıma beklerim. Youtube’ta da artık gezdiğim yerleri paylaşacağım. Videoyu buraya ekliyorum.
Sabah otelimizden ayrılıyoruz bu geldiğimizde İbis Budget otelde kaldık. İbis otellerini ilk kez denedim, daha önce geldiğimizde euro çok daha uygun olduğu için Rembrant Meydanı’nda Hotel İmperial adında çok sevimli bi yerde kalmıştık.
İbis otelleri standart oteller extra birşey bekleyin. Banyoda kurutma makinesi yok bunun gibi detaylara mutlaka bakıp yanınızda götürün. Metroya yakınlığı sebebiyle rahat ettik genel olarak, sadece uyumak için uygun bir bakıyorsanız tavsiye edilir. Gün içinde dolaşırken bavulumuzu almak için yeniden uzak olan otele dönmek istemediğimizden Tren garındaki dolaplara bırakmayı düşünüyoruz. Metro ile yeniden Amsterdam Central yani tren garına geliyoruz. Ancak dolapların oraya geçmek için tren bileti olması gerektiğini söylüyorlar bizde tren bileti olmadığından Yanındaki infoya bavulu nereye bırakabiliriz diye soruyoruz bize yakında bi yer tarif ediyorlar ve oraya gidiyoruz. Bavullarımızı bıraktıktan sonra ilk olarak Aziz Nikolas Kilisesi’ni ziyaret ediyoruz. Burası Amsterdam’ın silüetlerinden biri, ikiz kuleleriyle şehir meydanında hemen gözünüze çarpıyor.
Kiliseye girmeden ilk dikkatimizi çeken şey girişin üstündeki, dört sütün üzerindeki yuvarlakta İsa’nın heykeli bulunuyor. Bina içinde kare sütunlar ve kemerli köşeler bulunuyor. Mihrap üstünde Kral Maximillian‘ın tacı şeklinde yapılmış. Aziz Nikolas çocuklara hediye verdiğine inanılıyor. 1184-1887 yılında yapılmış. Neo barok ve neo Rönesans özelliklerine sahip sağ ve soldaki duvarlarda Hz İsa’nın çarmıha giderken geçtiği yolları anlatan resimler bulunuyor.
Biz içeriye girdiğimizde Pazar günü olduğundan bir ayine denk geliyoruz. Biraz geride durup ayini izliyoruz, kiliseyi daha öncede gezdiğimizden bu sefer burada çok zaman kaybetmiyoruz. Dışarı çıkıp Hilton otelin yanından yürüyerek Schreierstoren (Ağlama Kulesi)’ne geliyoruz. Ağlama kulesi denilen bına ortaçağdan kalma bir yer. Surlar yıkılınca bunlar kalmış geriye. 1400’lü yıllardan kalma. Burada eskiden kadınlar denizlere açılan kocalarını uğurluyorlar ve ardından ağlıyorlarmış bu nedenlede adına ağlama kulesi denilmiş. Kenarlarındaki rölyeflere bakarak kule hakkındaki bilgileri de okuduktan sonra yürümeye devam ediyoruz.
Amsterdam’da kanalların güzelliğinden gözümüzü alamıyoruz.
De Waag‘a (Tartı) doğru kanal yanından yürüyoruz. Burası Ortaçağda Amsterdam’ının kapısı olarak 1488 yılında yapılmış. De Waag‘ın Kuleleri cok güzel. Kulelerden birinin altında tıbbın babası Hipokrat’ın bir büstü de bulunuyor. Burası 16. Yy da halka açık idamların gerçekleştirildiği yer olmuş. Mahkumlar kulelerde sonlarını bekliyorlarmış daha sonra burası tartı istasyonu olarak kullanılmış. Köylüler ürünlerini tartıp vergilerini ödüyorlarmış. 1691 yılında binanın ortasına sekizgen bir kule eklenmiş. Bınanın üst katı da loncalara toplantı amaçlı verilmiş. Rembrant‘ın ünlü Doktor Tulpin Anatomi dersi tablosu da buradaki cerrahlar locası tarafından sipariş edilmiş. Günümüzde gotik dekorasyonu ile bir cafe ve restoran olarak hizmet veriyor. Bu binanın ön tarafında Newmark yani Yeni Pazar bulunuyor. Burada çeşitli günlerde tezgahlar kuruluyor ürünler lale soğanları vs satılıyor.
De waag’ın yan tarafındaki sokak Bloedstraat (Kan Sokağı) Bu sokak kan sokağı adını taşıyor çünkü bu sokakta cok fazla insan idam edilmiş. Sokağın girişinde sağda Green House Café Shop bulunuyor, yanına gelince ağır kokusundan hemen anlıyorsunuz zaten. Bu civarda bolca vakit geçirebileceğiniz cafeler var. Dewaag’ın önünce anı zamanda pazarda kuruluyor, hem yiyecek birşeyler hem de çeşitli ufak tefek eşyalar satılıyor. Buradan yürüyerek sokağı sağımıza alıp sokağın sonuna kadar yürüdüğümüzde sokağın sonunda karşımıza çıkan kanal şehrin renkli yerlerinden birine, kırmızı fener sokağına çıkıyor.
Kırmızı Fener Sokağı- Red Light District Amsterdam’a gelecek herkesin adını çok iyi bildiği bir yer. Amsterdam’ın en eski genelevlerinin olduğu sokak.
Kırmızı fener dunyanın en eski genelevi sayılıyor ama en eskisi Pompei de bulunuyor. 1478 den itibaren şehre gelen gemiciler nedeniyle bu sokakta genelevler kurulmuş. Bu alanların dışına çıkan kadınlar geri döndürülüyormuş. Bir ara yasaklanmış ama sonra yine kurulmuş genelevler.
Özellikle akşamları vitrine çıkan kadınları görebiliyorsunuz. Biz daha önce gece de gelip sokağı gezmiştik, bugün ise gündüz görüyoruz. Gündüz sokağın çok bir cazibesi yok sıradan bir yer gibi duruyor. Geceleri ışıklandırıldığında hem çok kalabalık hem de daha canlı bir yer haline geliyor. Kırmızı fener sokağında video çekmek veya fotoğraf çekmek kesinlikle yasak. Sizi gördükleri anda kavga çıkarıp elinizdeki makineyi alabilirler, sokakta dolaşın ama görüntü almaya çalışmaya derim çok ciddi anlamda tepkililer bu konuya. Birazda bu gizem bu bölgeyi daha cazip hala getiriyor. Yine civarda yiyecek bir şeyler veya oturmak için yerler var. Gündüz köprünün üstünden bir fotoğraf çekiyorum ama dediğim gibi tamamen sıradan bir sokak gibi durduğundan burayı gelip gece görmelisiniz.
Amsterdam’da aperatif atıştırmalıklardan en ünlülerinden biri patates kızartması. İlk geldiğimde çok sevdiğimden yine gelince aynı yerden alıyoruz. 5 yıl ara ile çekilmiş iki fotoğraf bırakıyorum buraya. Yine gelsek aynı büfeden alırım. Friet Point Adres: Oudezijds Voorburgwal 208, 1012 GJ Amsterdam.
Yolumuza devam ediyoruz. Oude kerk- Eski Kilise en eski cemaat kilisesine gidiyoruz. Binanın 300 yıl boyunca yapımı sürmüş. İçeriye giriş 10 euro. İçeride Rembrant‘ın karısı da dahil mezar taşları bulunuyor. İçeride kocaman bir orgta bulunuyor, körüklü eski orglardan. Dışarıda bir tabela var burada yazılanlara göre kilise Aziz Nikolas’a adanmış katolik bir kiliseyken Protestan bir kilise olmuş. 2500 tane mezar taşı bulunuyor ve 10 bin civarında Amsterdamlı insan burada gömülmüş.
Damrak‘ ı görüyoruz caddenin basında, arı kovanı anlamına gelen bir bına bulunuyor şehrin en önemli avm lerinden biri var. arkasında borsa bınası var. Grand otel önünde beyaz renkli milli anıt bulunuyor.
Amsterdam her gelenin farklı şeyler keşfedilebileceği bir şehir. Yemekten müzeye, eğlenceden dinginliğe kadar her şeyi size veriyor sanki. Görsel olarak şehrin güzelliği onu daha da çekici yapıyor.
Buradan Amsterdam’ın en bilinen meydanlarında birine Dam Meydanı’na gidiyoruz. Dam meydanına gelince ilk gözünüze çarpan şeyler Kraliyet Sarayı , Mademe Tousoud Müzesi ve sarayın sağ tarafına baktığımızda gördüğümüz Neuwekerk (Yeni Kilise) .
İspanya ile süren 80 yıl savaşlarının ardından 1648 yılında yapımına başlanan sarayda inşa edilirken 13.600 adet kazık kullanılıyor. Şuan içinde bulunan eşyaların çoğu Louis Napoleon’un 1808 yılında burayı kendi sarayı ilan ettiği yıldan kalma.
Yeni Kilise; şuanki haline 1650‘lerde ulaşan kilise dini öneminin yanı sıra Hollanda hükümdarlarının burada taç giymesiyle de ünlü. Niewe Kerk, kilise olmasının yanı sıra önemli sergilere ev sahipliği yapan bir kültür merkezi olarakta kullanılıyor.
Biz buradan Rijksmuseum‘a gidiyoruz. Mimar PJH Cuypers tarafından 1885 yılında Vondelpark‘ta yapılan bina Victoria Dönemi Gotik tarzının güzel bir örneği ve daha sonraları 19. ve 20. yüzyıllarda yapılan eklemelerle büyütülüyor ve son halini alıyor.
İçerisi bölüm bölüm ayrılmış ve bölümlere göre de eseler sergileniyor. Bu müze başlı başına bir gününüzü rahatlıkla alır. Bizim önceki gelişimizde ziyaret ettiğimiz bir yer daha önceden Amsterdam yazımı yazamadığım için içerisi hakkında şu an eski fotoğrafları koyarak bilgi paylaşımında bulunmak istiyorum. Beni gerçekten çok etkileyen ressamların en sevdiğim eserlerini içinde barındıran bu devasa müzeye zamanınız varsa mutlaka uğrayın.
İçeride benim en sevdiğim eserlerden bolca bulunduğundan onların bazıları paylaşacağım. Zira binlerce eserden bahsetmek mümkün değil.
Bunlardan ilki Van Gogh Self-Portrait with Grey Felt Hat . Van Gogh’un en tanınan eserlerinden biri.
İkincisi benim Rembrandt van Rijn‘in en sevdiğim eseri The Night Watch. Çok bilinen bir eser olmasının dışında benim önünde saatler geçirebilmemin nedeni içinde barındırdığı detaylar. Bununla ilgili bir belgesel izlemiştim tablonun ilginç sırları vardı ve önceden yapılan ve sonra boyanarak kapanan kısımlarını gösteriyordu. Bu tabloyu çok uzun zamandır ayrı severim ve gerçeğini görünce önünden ayrılamıyorum tek tek her detayını inceliyorum. Aldığınız broşürde de resimle ilgili detaylar anlatılıyor. Bu eseri bir google da aratıp okuyun derim 😉 Bir de Tuvaldeki Başyapıt isimli belgeseli izleyin orada da anlatılıyor.
The Milkmaid ve The Love Letter -Johannes Vermeer‘in en sevilen eserlerinden…
Frans Hals‘ın benim sevdiğim eserlerden biri The Merry Drinker.
Sevdiğim diğer eserlerden sadece bazıları da bunlar…
Oradaki devasa eserlerden biri de The Battle of Waterloo –Jan Willem Pieneman‘ın eseri bu eseri de gördüğünüzde önünden ayrılmak istemiyorsunuz. Çok detaylı ve her yüzde farklı ifadeler yakalayabileceğiniz çok güzel bir eser.
Müzede bahsedilecek elbetteki binlerce eser var giden herkesin ilgisini çekecek farklı şeylerde olabilir ben bir çok eserin fotoğrafını çeksem de buraya çok fazla ekleyemedim. Bu müzeyi listenize almanızı kesinlikle öneriyorum.
Burada görmeden çıkmamanız gerek en önemli bölümlerden biri de Kütüphane bölümü, gerçekten oldukça etkileyici bir yer.
Müzenin arka tarafında ise Amsterdam’da en çok fotoğrafı çekilen yerlerden biri I Amsterdam yazısı bulunuyor. Buraya kadar gelipte bu aktiviteyi gerçekleştirmemek olmaz, ancak önünce biriken ciddi kalabalık içinde fotoğrafta gözükürseniz kendinizi şanslı sayın derim. Yada benim gibi sonra fotoşokla silmek zorunda kalırsınız 🙂
Müzeden çıkınca daha önce de yaptığımız gibi Çiçek Pazarı Bloemenmarkt’a gidiyoruz. Burada bir çok çiçek tohumu ve soğanı satılıyor. Çeşit çeşit laleler benim en sevdiklerim arasında. İki gidişimde de almama rağmen doğru mevsimde almadığımızdan lale soğanları daha ekilmeden önce ne yazıkki çürüdüler. Bu gidişimizde alıp sürekli buzdolabında bile sakladım, dışarıdan sağlam görünüyorlardı taaki ekme mevsimi elimize alıp içlerinin çürüdüklerini anlayıncaya dek. Bir türlü yetiştiremediğim için epey üzgünüm. Bir sonrakinde daha doğru bir zamana denk gelirse yine alacağım 🙂
Çiçek pazarının hemen önünde aynı sokakta bir çok göz gezdirebileceğiniz dükkan var. Burada İce Bakery isimli bir yerde waffle yiyoruz. Dilim pizza gibi yemek için de alternatifler var. Bunun dışında peynir alabileceğiniz peynirci dükkanlarıda bulunuyor. İlk gelişimizde biz buradan peynir almıştık. Fiyatlar değişmiş olabilir. Edam’dan bu gelişimizde de benzer fiyatlarda peynir bulabildik.
Bunun dışında peynir alabileceğiniz en ünlü dükkan ise De Kaaskamer. Adres:Runstraat 7, 1016 GJ Amsterdam. Burada da peynirlerin tadına bakarak satın alabilirsiniz, fiyatlar ortalamadan bir tık yukarıda.
Eğer karnınız acıktıysa veya sabah saatlerinde çay içsek simite benzer birşey yesek diyorsanız size bizim sevdiğimiz bir mekandan bahsetmek istiyorum Bagels Beans. Bagel çeşitlerinden yiyebileceğiniz bu güzel cafenin bir kaç şubesi bulunuyor. Bizim gittiğimizin Adresi: Keizersgracht 504, 1017 EJ Amsterdam. Buraya uğrayıp cam kenarında oturarak sokağı izlemek ve keyif yapmak en sevdiğimiz şeylerden biri oluyor.
Amsterdam’ın diğer önemli müzesi hiç kuşkusuz Van Gogh müzesi iki gelişimizde de zaman yetersizliğinden giremeyince aklımda kalıyor. Sonraki gelişimiz için bahane olsun bari 🙂 Bir diğer önemli sanat merkezi de Beurs van Berlage ilk olarak Borsa Binası olarak yapılan bina şu an çeşitli sergi ve konserlere ev sahipiliği yapıyor. İlk gelişimizde Van Gogh sergisi vardı. Bina Dam Meydanı yakınlarında.
Amsterdam’ın diğer önemli meydanlarından biri de Rembrandtplein (Rembrand Meydanı) .
Bu bölge özellikle Cafe ve Barların yoğun olduğu ve çok hareketli bir yer. İlk gelişimizde bu sokaktaki bir otelde kalmıştık. Tramvay durağına yakınlığı açısından çok güzel ve merkezi ama akşam ciddi bir gürültüyü göze almalısınız burada kalacaksanız. 4,9,14 nolu tramvaylar buradan geçiyor.
Amsterdam’ı tepeden görmek isterseniz West Church (Westerkerk)‘e gidebilirsiniz. Kilisenin kulesine çıkmak için önceden gidip randevu almanız gerekiyor. 6 kişilik küçük gruplar halince ve İngilizce anlatımlı bir rehber eşliğinde 7,5 euro kişi başı ödeyerek Kulenin en tepesine çıkıp eşsiz Amsterdam manzarasının tadını çıkartabilirsiniz. 85 m yüksekliğindeki kulesi ile manzara izlemek için güzel bir seçenek.
Hendrick de Keyser tarafından tasarlanmış olup 1631 yılında tamamlanan kilise, şehrin en yüksek kulelerine ve Hollanda Protestan kiliselerin en büyük nefine sahip olmasından dolayı önemli
Adres: Prinsengracht 281, Amsterdam. Tramvay ile de gelebilirsiniz 13,14,17 nolu tramvaylar ile Westermarkt’ ta inip kolayca ulaşabilirsiniz. Anne Frank House’a da oldukça yakın bir yerde bulunuyor buradan çıkıp aynı zamanda Anne Frank’ın evine de gidebilirsiniz.
Biz biletlerimizi aldıktan sonra randevu saatimizde gidiyoruz. Rehberimiz eşliğinde çan kulesine çıkıyoruz. En yukarıya çıkarken tahta merdivenden eliniz ile tırmanmanız gerekiyor. Yukarısı oldukça esiyor buna uygun giyinmenizi öneririm. Rehber oldukça ilgili ve yardımcı sorularınızı sorabilirsiniz. Kuleye çıkılınca eşsiz Amsterdam manzarası sizleri bekliyor olacak. Buradan bakarak gezeceğiniz yerleri bile görebilirsiniz.
Güzel manzarayıda izledikten sonra sırada gidebileceğiniz en yakın nokta Anne Frank House. Çoğumuzun II. Dünya Savaşı’nda Anne Frank ve ailesinin gizli bir ek odada Nazilerden saklandığı müze evinden haberi vardır. Bilmeyenler veya ilgilenenler için gitmeden önce size Anne Frank’ın Nazilerden saklanırken yazdığı günlüğün kitabını da okumanızı öneririm. Bu şekilde tüm süreci odalar içinde gezerken gözünüzde canlandırabilirsiniz. İçeride fotoğraf çekmek yasak olduğu için görüntü alamıyorum. Giriştede her daim aşırı uzun bir kuyruk oluyor, bu kuyrukta harcanacak zamanı da hesaplayarak erken gitmenizi öneririm. Giriş 10 euro.
Amsterdam’da yapılacak bir başka aktivite ise elbette kanallar şehrinde bir kanal turu yapmak. Kanal turlarından hangisine katılacağınızı seçmek için önce biraz araştırmanızı veya birkaç firmadan broşür alıp katılmadan incelemenizi tavsiye ederim. Yemekli oluşundan canlı müziklisine kapalı teknelerden üstü camlı veya açık teknelere kadar bir çok seçenek bulunuyor. Tur fiyatları da kabaca 10 euro ile 50 euro arasında değişiyor.
Kanallar şehrin heryerini kaplamışken bu kanal turunu yapmamak olmaz. Burada yaşayanların genellikle tekneleri de var ve iş çıkışında yaptıkları şeylerden biri de içeceklerini alıp kanalda gezintiye çıkmak. Teknelerinde köpekleriyle, arkadaşlarıyla yada aileleriyle dolaşan ve keyif yapan çok sayıda Hollandalı görüyoruz. Stresi atmak ve rahatlamak için güzel yollardan bir başkası da bu kanallar boyunca biryerde oturup etrafı izlemek. Biz kanal gezintisinde 1 saat kadar gezip birazda dinlenince kendimize geliyoruz.
Bizim Amsterdamda gezdiğimiz yerlerden biri de Begijnhof. 1300’lü yıllarda kurulan o dönemlerde rahibelerin ev sahibi olduğu bu bölge, daha sonrasında ibadethane olarak inşa ediliyor. Daha sonraları farklı amaçlar için kullanılan bu evlerin olduğu kısıma ahşap kapısından giriyoruz. Begijnhof, hala bünyesinde 1300’lü yıllardan kalan evleri ve manastırları barındırıyor. 34 numarada yer alan Het Houten Huis isimli ev bunlardan en ünlüsü. Çok daha eski yapılarda burada karşınıza çıkabiliyor. Engelse Kerk isimli yapı, 14. yy sonlarına doğru inşaa ediliyor. Ortalama 700 senedir sağlamlığı ile bölgenin en önemli yapılarından bir tanesi. 1419 yılında inşa edilen bu kilise, şu an bir kilise olarak görülse de, kullanıma kapalı olduğundan içini gezemiyorsunuz. Şu an yaşayan rahibeler olmasa da eğer burada kalmak isterseniz mutlak sessizlik kurallarına uymak zorundasınız. Biz de oldukça sessiz bir şekilde dolaşıp bir kaç fotoğraf çekip çıkıyoruz.
Bizim Amsterdam’a daha önceki gelişimizde de gezdiğimiz bir çok kilise ve cafe bulunuyor ama buraya hepsini eklersem çok uzun bir yazı olacağını düşündüğümden size daha popüler ve ilk gidişinizde kısa zamanda yapabilmeniz için seçenekler sunmaya çalıştım. Çoğu önemli yerine halen gidemedik, bir kez daha gelmeyi düşündüğümüzden sizden de önerileri olan cafe veya gezilecek yer tavsiyeleri olanlar yorum bırakırsa çok sevinirim. Herkese faydası da dokunmuş olur. Yazması benim için çok geç olan bu yazıyı nihayet tamamlayabildiğim içinde çok mutluyum. Bana çok fazla Amsterdam öneriniz var mı soruları geliyordu ve hep bir yazıda paylaşacağımı söylüyordum nihayet bitirebildim. Amsterdam da yapılacak çok fazla şey var, çok fazla güzel mekan her kesimden insanın ilgisini çekecek aktiviteler bulmak mümkün. Sanırım bu nedenle bir giden bir kaç kez daha gitmek istiyor. Bizimde farklı bir mevsimde muhtemelen sadece Amsterdam’ı içeren bu sayede daha lokallerinde takıldığı yerlere gitme planlarımız var. Eminim siz de gittiğinizde çok seveceğiniz bir yer olacaktır. Önerilerinizi isterseniz Youtube kanalımdaki Amsterdam videomun altına da yazabilirsiniz. Bir sonraki gidişimizde sizin önerilerinizi de gerçekleştirmek isteriz. Umarım yazım da size fikir verebilir. Bir sonraki gezi durağımız olan Belçika’nın Antwerp şehrinde görüşmek üzere herkese mutlu haftalar.
Related Posts
About gezente
Gezente; Sitede ki gezi yazıları ve fotoğraflarının sahibi, aynı zamanda gezmeyi ve fotoğraf çekmeyi bir tutku derecesinde seven biri. Profosyonel düğün ve doğum fotoğrafçısı olarak çalışıyor. Evli ve Mishka isimli dünya tatlısı bir kedi sahibi. Hem çok okur hem çok yazar bir kişilik olması dışında farklı ülkeler ve şehirlerde kendi ruhundan bir parça bulabildiğine inanmakta. İnsanlarla sohbet etmeyi ve gittiği her yerin hikayelerini dinlemeyi de seviyor. Bunda hayalperest olmasının da bir payı olduğunu düşünüyor. Hiç bir şehir hikayesiz yaşanmaz ise her şehir de bir hikaye yaşamayı ve yaşanmışlıkları anlatmayı da istiyor. Hayali ise adam olacak çocuk programını izlediği yıllarda hayranı olduğu Barış Manço gibi dünyayı dolaşmak. Kim bilir belki de bu hayal gerçek olur.