- Üsküp’te Bir Doğa Harikası; Matka Kanyonu ve Milenyum Haçı
- Ucuza Seyahat- 1 Günde Üsküp Nasıl Gezilir? Üsküp Gezi Rehberi
- Parma-İtalya Gezilecek Yerler-Alışveriş Rehberi
- Bologna-İtalya Gezilecek Yerler- Nerede Ne yenir?
- Basel Gezilecek Yerler -İsviçre Noel Pazarları
- Strazburg Gezi Rehberi – Gezilecek Yerler
- Heidelberg Gezi Rehberi – Almanya’nın Romantik Şehri
- Stuttgart Gezi Rehberi
- Avrupanın En İyi Noel Pazarları ; Eugisheim-Fransa
- Avrupanın En İyi Noel Pazarları; Colmar-Fransa
1 biletle Amsterdam’ın 4 kasabası nasıl gezilir?
EDAM,VOLENDAM,MONNİCKENDAM,MARKEN GEZİSİ
Amsterdam şehrine geldiyseniz şehir merkezi dışında çok güzel gezilecek kasabaları olduğunu duymuşsunuzdur. Amsterdam’a ikinci gelişimizde artık yakın kasabalarını gezmeliyiz diye düşünüyoruz. İlk önce Zaanse Shans ve Haarlem kasabalarını geziyoruz. Bu kasabaların yazısını buradan okuyabilirsiniz.
İkinci günümüzde ise diğer masalsı kasabalarını gezmeye başlıyoruz. Otelimiz biraz merkezden uzak ama metro ile kolaylıkla Amsterdam Central tren garına ulaşıyoruz. Biletimizi ben önceden daha indirimli olduğu için internetten satın alıyorum. Ebs firması tren garına girdiğinizde sol tarafta ortada bulunan geniş kapıdan geçip merdivenlerden inerek dümdüz ilerleyip dışarıya doğru çıkarken sağda bulunan ofislerde. Bana gelen mail ile yine tren garı içindeki Ebs ofisine gidiyorum ve mailim içindeki dosyayı açarak internetten bilet aldığımı söylüyorum. Kontrol edildikten sonra kullanabilmemiz için biletimizi alıyorum. Biletler Ebs ofisten alınırsa 10 euro ama internetten alınırsa 9 euro. Ben biletlerimizi şuradan satın alıyorum. Biletler günlük ve bu kasabalar arası sınırsız inip binebilirsiniz. Bu biletle en uygun şekilde 4 kasabayı gezme fırsatımız oluyor.
Biletlerimizi aldıktan sonra yine hemen ofisin sol tarafından yukarı çıkan merdivenlerle otobüslerin kalktığı perona ulaşıyoruz. Biletler ile birlikte bize bir broşürde veriliyor. Bu broşürde hangi otobüslerin hangi kasabalara gittiğini kolaylıkla buluyoruz. Bizim tercihimiz önce en uzak kasabaya gidip oradan diğer kasabalara giderek yeniden tren garına dönmek bu nedenle ilk durak olarak Edam kasabasını seçiyorum. Otobüs durağından 110,312,314,316 no’lu otobüslerden herhangi birine binebilirsiniz.
Ortalama yarım saat kadar süren bir yolculuk sonrasında Edam kasabasına ulaşıyoruz. Kasabaya ulaştıktan sonra kanalı solunuza alacak şekilde ilerleyerek sol tarafınızda kalacak ilk köprüden sola dönerek yolunuza devam ettiğinizde kasabanın merkezine kolaylıkla ulaşabilirsiniz.
Amsterdam’ın bu güzel kasabalarını gezerken çektiğim Vlogu da izleyerek kasabaların güzelliğini daha gitmeden görebilirsiniz. Youtube‘ta henüz çok yeniyim, daha çok video çekebilmem için kanalıma abone olup videolarımı beğenerek hem bana destek olabilirsiniz hem de yeni gelen videolardan haberdar olarak kendinize şahane tatil planları yapabilirsiniz 🙂 Kanalıma buradan ulaşabilirsiniz.
Edam‘a ilk geldiğinizde Youtube kanalımdaki videoyu izlediğinizde göreceğiniz meydana peynircinin önüne geliyoruz.
(Buradan peynir alabilirsiniz ama dilerseniz hakkınızı Volendam daki Cheese Factory‘de kullanın hem peynir tadımı yapabiliyorsunuz hem de peynirin yapımı hakkında bilgilendirme yapıyorlar.Orayı da Volendam kısmında yazacağım sabırsızlanmayın tamam 🙂 )Edam’da peynirler ortalama 15 eurodan başlıyor çeşitleri ve boylarına göre fiyatları değişiyor.
Hemen arkada gösterdiğim Çan kulesi Carrillon 15yy’da yapılmış bir çan kulesi, ait olduğu kilise ise 1350 yılında inşa ediliyor. Şehrin simgelerinden biri olan bu yapıyı fotoğraflamadan geçmek olmaz.
Fotoğrafını gördüğünüz bisiklet ise her mevsime göre farklı dekore edilen ve geldiğinizde fotoğraf çekilebilmeniz için süslenen çok sevimli bir şey. Fotoğraf çekilmeyi ihmal etmeyin derim.
Nehrin yakından yukarı doğru yürüdüğünüzde ufak bir meydan ve bir köprü daha göreceksiniz burada etrafı seyredip fotoğraf çekmeyi unutmayın derim. Edam’da tek tek anlatacağım yerler çok fazla yok burası sessiz sakin ama evleriyle kasabanın güzelliğiyle aklınızı başınızdan alacak çok güzel bir kasaba.
Kasabada dolaşırken ufak bir fırın görüyoruz buradan atıştırmak için birşeyler alabilir diye düşünüp minik ekmeklerden ve mini pastalarından alıyoruz. Ekmekleri o kadar lezzetli ki gidip bir daha alıyoruz ve Amsterdam tren garındaki marketten aldığımız kocaman salatamızı çıkartıp parkta mini bir piknik yapıyoruz. Yanımızda ise beyaz tasmalı br ev kedisi minik bir kelebeğin peşinde oynayıp zıplıyor ve bize şovlar yapıyor. Kedi yavrusu da o kadar sevimli ki onu izlemekten salatamıza odaklanamıyoruz bile. Etrafta kuşlar cıvıldıyor hava mis gibi sessiz skin ve huzur dolu bir kasaba da parkta biraz dinlenip tüm enerjimizi yeniliyoruz. Burada yaşadığım keyifi hala unutmuyorum.
Kasabada dolaşmaya devam ederken önünde bir cenaze arabasıyla dikkatimizi çeken kocaman bir kilise oluyor. Grote Kerk gittiğimiz saatlerde kapalı zaten genelde kapalı sadece belli saatlerde açık olduğundan gittiğiniz zaman kapalı haline denk gelirseniz şaşırmayın. Kilisenin arka tarafında bir de mezarlığı bulunuyor ama mezar taşlarına dikkat ederseniz aynı soyadına sahip farklı tarihlerde ölmüş bir kaç kişinin adını görüyorsunuz. Bu da bana üst üste gömüldüklerini düşündürüyor.
Arka bahçesinde dolaşıp çıkıyoruz nehrin kenarından yürüyerek şehrin girişine kadar geliyoruz. Yüzen ördeklerin eşliğinde kanallarda sandal keyfi yapanları gördükçe de özenmiyor değiliz. Kasabanın başına geldiğimizde orada yine eski ve büyük bir peynirci dükkanı görüyoruz.
Duvarları da güzel desenlerle süslenmiş bu dükkana da göz atmayı unutmayın derim. Bizim için mini Edam turu diğer kasabaları da görmek için bitiyor.
Yine İndiğimiz otobüs durağına geliyoruz. Biraz bekledikten sonra sıradaki istikametimiz olan Volendam’a doğru yola çıkıyoruz.
Volendam için bineceğiniz otobüs 118 yada 316 numara olmalı aynı bileti okutup boş olan otobüse rahatça yayılıyoruz. Yolculuk 10 dakika kadar sürüyor ve Julianaweg / Centrum, Volendam durağında iniyoruz. Duraktan indikten sonra yoldan karşıya geçip kanalın yanından yürürseniz kasabanın görülmesi gereken yerlerini ve sahil kısmını kolayca gezebilirsiniz.
Ortalık oldukça kalabalık bolca asyalı turist görüyoruz. Kasaba da bolca hediyelik eşya satan dükkan var. Bizim dikkatimizi çeken ise eski ve yöresel kıyafetlerle fotoğraf çekilebileceğiniz fotoğrafçılar. Burada fotoğraf çekilmek kişi başı 15 eurodan başlıyor. Kendi makinanızı kullanamıyorsunuz. bu ücret karşılığında 2 küçük veya 1 büyük fotoğraf alabiliyorsunuz. Meydanda biraz dolaşıp etrafı inceliyoruz bir turist info görüyoruz buradan dilerseniz bilgi de alabilirsiniz.
Sahil boyu uzanan evleri görelim önce diye düşüyoruz oraya doğru ilerlerken bir kaç hediyelik eşya satan dükkana girip etrafı inceliyoruz. Minik değirmenler veya evler 2 eurodan başlıyor. Burada Hollanda ayakkabılarının keçeden versiyonu var biz daha önce Amsterdam’a geldiğimizde bunlardan almış ve kışın hiç ayağımızdan çıkarmamıştık hem sıcak tutuyor hem de hafif ve oldukça rahatlar. (Fiyatı 10 euro) Bir kaç yıl kullandıkta çok kullanışlı size de tavsiye derim. Bol bol waffle kokusu alıp etrafta gezebiliyorsunuz. Sizi cezbediyorsa bir tane alıp etrafı öyle dolaşmaya devam edin derim tadı oldukça lezzetli. Biz önce Cheese Factory isimli bir peynirciye giriyoruz.
İki katlı kocaman bir mağaza alt katta peynirin nasıl yapıldığını öğrenebilir ücretsiz grup anlatımlarına katılabilirsiniz.Üst katta ise ücretsiz tadımlar yapıp peynir satın alabilirsiniz. Ben bir çok peyniri tadımladıktan sonra üç çeşit ot ve baharat bulunan bol çeşnili bir peynir satın alıyorum. Fiyatlar ortalama 10 eurodan başlıyor Benim aldığım peynir 15 euro ve biraz daha büyük olanından oluyor. Sarımsaklı ve pestolu olanı da deneyin ben çok beğendim ama kendimizi 1 büyük peynir ile sınırladığımızdan dolayı hepsinden alamıyoruz. (Malum euro aldı başını gidiyor, bu gezide eski gezilerimiz kadar bonkör olamıyoruz bu nedenle) Peynirimizi de aldıktan sonra sahil kısmına orada ki sevimli evlere doğru yürüyoruz. Volendam adını her duyduğumda gördüğüm bu sahil kenarını ve evlerini çok merak ediyordum. Neredeyse sonuna kadar yürüyoruz, evler bahçeleri dekorasyonları o kadar sevimli ki burada insanlar gerçekten mi yaşıyor yoksa bir dekor ürünü mü düşünmeden edemiyorum. Bir kasaba nasıl bu kadar sevimli olabilir film seti gibi heryer.
Sahilden kasabanın içlerine doğru yürüyoruz çan seslerini takip edince karşımıza St. Vincentius Kilisesi çıkıyor. Burası bir katolik kilisesi. Eskiden Volendam da bir katolik kilisesi olmadığından insanlar ibadetlerini yapmak için Edam’a gitmek zorunda kalıyorlarmış 1860 yılından sonra buraya bir kilise yapılmasına karar verilmiş ve Aziz Vincentius ‘a adanmış. Kilise oldukça sade ve biz girdiğimizde içeride birisi şarkı söylüyordu. Belki de ayin öncesi provaydı bilemiyorum ama sesin yankılanması ortama oldukça mistik bir hava veriyordu.
Kiliseyi de gezdikten sonra sıradaki kasaba olan Marken’e gitmeyi düşünüyoruz. Marken’e gitmek için 2 alternatifiniz var ya Volendam dan tekneye bineceksiniz ya da elinizdeki bileti kullanmak istiyorsanız önce Monnickendam kasabasına uğrayacak oradan geçeceksiniz.
Ben hadi Monnickendam‘a da uğrayalım şöyle bir bakar çıkarız diyorum.
Volendam’dan 316 nolu otobüse binerek Monnickendam‘a geliyoruz. Nieuwpoortslaan durağında otobüs bizi yolun kenarında bırakıyor hemen karşıdaki alt geçitten geçerek kasabaya ulaşıyoruz.
İlk olarak kasabanın krokisinin olduğu bir pano ve hafif öne doğru eğilmiş olan Great Church ile karşılaşıyoruz. Kilise çok ilginç ön tarafının bir kısmı belli ki çökmüş ve resmen eğik duruyor. Bu kiliseye girmeden kasabanın içlerine doğru yürüyoruz. Sokaklarda yürürken gördüğümüz şey aynı kilisede olduğu gibi evlerinde ön taraftan hafif yola eğik duruyor oluşu. Burada bir çok yapı sanırım topraktan kaynaklı yapıldıktan sonra eğilmiş.
İlerledikten sonra Waterland Museum karşımıza çıkıyor ben de burayı başka bir kilise sanıyorum nedense 🙂 İçeri giriş ücretli 5 euro. Noordeinde caddesince dolaşıp ara sokaklara giriyor oradan arkada liman tarafına geçiyor tamir edilen tekneleri görüyoruz.
Sokaklarda yine in cin top oynuyor evlerin perdeleri açık hepsinin içerisi görülüyor ve evde kimse yokmuş gibi duruyor.Tabiki merakımıza yenik düşüp içeriye bakıyoruz, salonu sanki show room gibi duran aşırı düzenli heryerinde saksılar çiçekler olan arka tarafında minik bir bahçe olan ve çoğu kişinin de bu evlerin bahçelerinde vakit geçirdiğini farkediyoruz.
Ben bu kadar düzenli aşırı temiz yer görmedim. Tüm kasabalar aşırı temiz ve düzenli İstanbul’da kaos içinde yaşayan bünyemize bu kadar düzen fazla geliyor 🙂
Alışık değiliz sonuçta 🙂 Bu kasabaya çok hevesli gelmesekte ayrılırken çok etkileniyoruz. Düzenli temiz evleri ile bizi çok etkiliyor.
Buradan da yeniden otobüse durağına gidiyoruz. 10 dakika da bir otobüs var diye durakta gösterse de nedense 1 saat kadar otobüs bekliyoruz. Her seferinde duraktaki tabelada 5dakika kaldı 3 dakika kaldı yazıyor saati gelince başka bir otobüsün saatlerine geçiyor ama bizimki bir türlü geliyor. Çok zaman kaybettikten sonra akşam olmak üzereyken bu kadar gelmişken Marken’e de girelim bir tur atıp çıkalım diyorum.
Marken‘e yine aynı biletle 315 nolu otobüse binerek ulaşıyoruz. Kasabaya giderken denizin ortasından bir köprü gibi uzanan bir yoldan geçiyoruz. Biz bu yolu uçaktan inerken de görmüş ince uzun yol mu nedir anlayamamıştık. Kerkbuurt-Centrum durağında indikten sonra karşımızda seyyar wc ler görüyoruz. Yolun kaşısına geçince minik bir köprüden geçerek kasabaya girmiş oluyorsunuz. Girişte ilk olarak karşımıza çıkan Clog denilen Hollanda’ya özgü yöresel tahta ayakkabıları imal eden bir dükkan ile karşılaşıyoruz. Clog adındaki bu ayakkabı atölyesine girince içeride hediyelik eşyalar tahta ayakkabılar görüyoruz. Buradan çıkıp kendimizi kasabanın içine atıyoruz.
Evler yine çok güzel burada ahşap kaplamalı evleri daha yoğunlukta görüyoruz. Tahta köprülerden geçerek evlerin arkasındaki ufak kanalların yanından yürüyoruz. Vlogta da izleyebileceğiniz gibi yansımaları çok güzel bu kanalların.
Bu yolu takip ederseniz güzel kareler çekebilirsiniz. Burada bolca tahta köprü görüyoruz kanalların üzerinden kolayca geçmemizi sağlayan bu köprüler burada yaşayanlar tarafından belediyeye belli bir miktar aylık ödeyerek kullanılıyor oda şu şekilde: teknesi olan kasaba sakinleri buradan geçmek istediklerinde gelip köprüyü kaldırıp yollarına devam edebiliyorlar.
Yol bizi minik bir meydana ve Patmoskerk denilen kilisenin önüne çıkarıyor.
Bu şirin evlerin arasından yürüyerek tüm kasabayı hızlıca geçiyoruz. Biraz daha kasabanın dışına doğru çıkınca çayırda otlayan oyunlarla karşılaşıyoruz.
Akşam olduğundan geri dönmeye karar veriyor ve yeniden kasabanın girişine doğru yürüyoruz. Kasabaya girerken de gördüğümüz ufak ama çok sevimli bir restorana girip birşeyler yemeye karar veriyoruz.
Burada bir balık çorbası ortaya patates kızartması ve balık ve yanında bir de şehriyeli etli sebze çorbası alıyoruz. Hepsi çok lezzetli, balık çorbasını da beğeniyoruz. Gelirseniz bu ufak bistro da mutlaka yemenizi tavsiye derim. Marken gezimizi burada yediğimiz yemek ile sonlandırıyoruz ve yeniden durağa gelip aynı bilet ile Amsterdam tren garına geri dönüyoruz. Bir gün boyunca gezdiğimiz bu 4 kasabayı da aldığımız tek bilet ile dolaşmış oluyoruz. Bu da gezi maliyetlerimizi oldukça düşürüyor ve bence günlük bilet olayı çokta pratik. Aldığınız tek bileti her otobüse binerken okutmanız yeterli.
Akşam Amsterdam’a döndüğümüzde ben aşırı yorulduğum için yine dinlenmeye çekiliyorum. Eşim de Amsterdam gece hayatına atıyor kendisini 🙂 Yorucu ama çok keyifli bir gün sonunda uyumak çok iyi geliyor. Bir sonraki yazımda Amsterdam şehir merkezinde kısa bir tur atıyor olacağız birlikte. Diğer yazıda görüşmek üzere iyi haftalar herkese….
Related Posts
About gezente
Gezente; Sitede ki gezi yazıları ve fotoğraflarının sahibi, aynı zamanda gezmeyi ve fotoğraf çekmeyi bir tutku derecesinde seven biri. Profosyonel düğün ve doğum fotoğrafçısı olarak çalışıyor. Evli ve Mishka isimli dünya tatlısı bir kedi sahibi. Hem çok okur hem çok yazar bir kişilik olması dışında farklı ülkeler ve şehirlerde kendi ruhundan bir parça bulabildiğine inanmakta. İnsanlarla sohbet etmeyi ve gittiği her yerin hikayelerini dinlemeyi de seviyor. Bunda hayalperest olmasının da bir payı olduğunu düşünüyor. Hiç bir şehir hikayesiz yaşanmaz ise her şehir de bir hikaye yaşamayı ve yaşanmışlıkları anlatmayı da istiyor. Hayali ise adam olacak çocuk programını izlediği yıllarda hayranı olduğu Barış Manço gibi dünyayı dolaşmak. Kim bilir belki de bu hayal gerçek olur.