- Üsküp’te Bir Doğa Harikası; Matka Kanyonu ve Milenyum Haçı
- Ucuza Seyahat- 1 Günde Üsküp Nasıl Gezilir? Üsküp Gezi Rehberi
- Parma-İtalya Gezilecek Yerler-Alışveriş Rehberi
- Bologna-İtalya Gezilecek Yerler- Nerede Ne yenir?
- Basel Gezilecek Yerler -İsviçre Noel Pazarları
- Strazburg Gezi Rehberi – Gezilecek Yerler
- Heidelberg Gezi Rehberi – Almanya’nın Romantik Şehri
- Stuttgart Gezi Rehberi
- Avrupanın En İyi Noel Pazarları ; Eugisheim-Fransa
- Avrupanın En İyi Noel Pazarları; Colmar-Fransa
Schönbrunn Palace- Viyana…

Viyana‘da sadece 2 günümüz olduğu için gitmek istediğimiz saraylardan sadece bir tanesinin içini de ziyaret etmek için zamanımız var. Bu nedenle ben de hangisi buna daha çok değer diye oldukça düşündükten sonra Schönbrunn Sarayı‘na gitmeye karar veriyoruz. Viyana’da ikinci günümüze yağmur ile uyanmayı beklemesekte Prag’ta aldığımız yağmurluklarımızı da çantaya koyup yola çıkmaya karar veriyorum. Schönbrunn Sarayı’nın biletlerini internetten de almak mümkün sabah gittiğimizde uzun sıra ve kuyruklarda beklemek istemediğimiz için biletleri tatile çıkmadan önce internetten satın alıp çıktılarını da yanımıza aldığımızdan içimiz rahat. ( Biletleri kişi başı 15.90 euro vererek alıyoruz.) Saray kapılarını sabah 8:30 da açıp akşam 18:30 da ise kapatıyor. Otelden çıkıp metro durağına yürüyoruz sabah saat 8 de yola çıkıyoruz. Saraya U4 Metro hattını kullanarak Schönbrunn durağında inip kolayca ulaşabiliyorsunuz. Biz Saraya ulaştığımızda yine yağmurun azizliğine uğruyoruz ve üzerimize hemen yağmurluklarımızı giyiyoruz.
Saray hakkında biraz bilgi vermem gerekirse Schönbrunn Sarayı yazlık saray olarak biliniyor. 16. yy da burası avlanmak için kullanıyor, oldukça büyük bir arazisi bulunuyor. II. Maximilian‘ın aldığı bu büyük arazi daha sonra II. Ferdinand zamanında köşke yeni ek binalarında eklenmesiyle daha da büyüyor ve güzel bahar anlamına gelen Schönbrunn adı veriliyor. Sanırım sarayın en büyük ihtişamı Maria Theresa’nın en sevdiği mimar olan Nikolaus Pacassi’yi getirterek Rokoko tarzı düzenlemesiyle alıyor. Saray ve muhteşem bahçelerinde dolaşırken kendimizi birer prenses gibi hissetmemek mümkün değil. Sarayın bahçelerinde Kammergarten (Salon Bahçesi) ve Kronprinzengarten (Veliaht Prens Bahçesi) bahçeleri dışındaki bölümlerde istediğiniz gibi dolaşabiliyorsunuz. Bu iki bahçe ise halka kapalı. Bahçenin sonunda ise şuan restorant olarak kullanılan Gloriette bulunuyor.
Saraya giriş saatimiz ise 9:00-9:30 arası olacak. Öncesinde bir kahvaltı yapmak istiyoruz henüz Sarayda hazır açılmamışken biraz enerji toplamamız lazım. Sarayın içinde Airest Cafe’ye oturuyoruz, sabah çaylarımızı içip tostlarımızı yiyoruz. Tost dediğime bakmayın aslında vejeteryan sandviç tost görünümlü sadece 🙂 1 kahve 3 çay ve 4 sandviç için toplamda 45 euro ödeyerek cafeden ayrılıyoruz.
Giriş saatimiz yaklaşmışken internetten aldığımız biletin çıktısı ile içeri girebilir miyiz diye görevliye soruyoruz üzerinde Qr kod olduğundan turnikede okutmamızın yeterli olacağını söylüyor. Nihayet kuyruk beklemeden direk biletli misafirlerin gireceği turnikeye yönlenip içeri giriyoruz. Girişte Türkçe sesli anlatımında içinde bulunduğu sesli rehberlerden ediniyoruz her birimiz. Saray içinde dolaşırken her odada ki numaraları tuşlayarak sesli anlatımdan kendi dilimizde Sarayın tarihini dinlemenin keyfini yaşıyoruz. Saray içerisinde fotoğraf çekmek maalesef ki yasak. Adım başı dolaşan görevliler yüzünden içeride fotoğraf çekemiyoruz. Bu nedenle çok üzgünüm her bir odanın ihtişamını göstererek anlatmayı çok isterdim.
Girişteki ilk oda Muhafız odası burada 19. yy da sarayın korumaları hazır bulunuyormuş. Bu odada ısıtma boruları duvarların içinden geçen bir soba tarafından sağlanıyor daha sonra farklı ısı sistemleriyle değiştiriyor. Girişteki odadan geçince Bilardo odasına ulaşıyoruz. İmparator Franz Joseph bu odada askeriye üyeleriyle zaman geçiriyormuş. Buradan geçtiğimiz Ceviz Ağacı Odasında İmparator yaklaşık 100 kişiyi her gün kabul ederek şikayetlerini dinliyormuş bir gördüğü yüzü ve ismi de bir daha unutmuyormuş. Kendisine şapka çıkartıyorum özellikle isimlerle aramın hiç iyi olmayışından dolayı her gün tanıştığı yüzlerce kişiyi bir insan nasıl hatırlayabilir buna şaşırıyorum. İmparatorun Çalışma Odasına odasına geçiyoruz basit fazla ihtişamlı olmayan bir oda. Yatak odası ise beni en çok şaşırtan yerlerden biri tek kişilik ufak bir yatak koca İmparator için fazlasıyla basit geliyor gözüme. Bu odada bir kaç tablo var çocuklarının ve kendisinin yaşlandığında çizilmiş resimleri duvarda asılı. Buradan sonraki odalar İmparatoriçe Elisabeth’e ait. Bu odalarda mektuplarını okuyup spor yaparak formunu korumaya önem veriyormuş. Kraliçe özellikle formunu korumak için sık sık spor yapar ve çok az yemek yermiş yemeklerini ise yalnız yemeyi tercih ediyor İmparator ile sofrada bulunmuyormuş.
16 yaşında evlendiğinden beri aslında İmparatoru pek sevdiği söylenemez onun aksine İmparator ise eşine daha fazla aşık bir ve her gün onunda kendisini sevmesi için dua ediyormuş. Dularının kabul odluğunu pek düşünmüyorum zira İmparatoriçe Saray hayatıyla hiç bir zaman ilgili olmayıp genellikle zamanını saray dışında seyahat ederek geçirmeyi ve yalnız olayı tercih ediyormuş. İmparatoriçenin odasına geldiğimizde nihayet görkemli bir odayla karşılaşıyoruz. Rokoko tarzı süslemelerle kaplı mobilyalar, ipek duvar kağıtları beyaz altın süslemeler bize biraz daha bir sarayda olduğumuz havasını veriyor.
Buradan Marie Antoinette‘in odasına geçiyoruz. Yemek odası olarak kullanılan odada her daim çiçeklerle süslü bir masa meyveler vs bulunurmuş. Ailenin yemek odası olarak kullanılıyormuş. Elizabeth formumu koruyorum diye yemeklere katılmadığından ailenin diğer üyeleri burada bir arada bulunuyormuş.
Maria Teressanın çocuklarının resimleriyle donatılmış Çocuk odasından Sarı salon ve Aynalı Salona geçiyoruz. Bu odada küçük konserler dinlenirmiş. Mozart henüz 6 yaşında iken burada ilk konserini vermiş. Rosa’nın odalarından geçerek Büyük Galeriye geliyoruz. Kocaman bir salon bizi karşılıyor 40 metrelik uzunluğa sahip bir oda, gerçekten kocaman. Kulağımda sesli rehber ve oradan gelen fon sesi eşliğinde eşimle vals yapmayı deniyoruz gülerek. Salonun boş olması bizim de kendimizi oldukça rahat hissetmemize neden oluyor. Kameralardan izleyip gülmüşler midir bilemiyoruz ama biz çok eğleniyoruz dans ederken ve kendimi Sisi gibi bu salonda dönerek dans ettiğimi hayal ediyorum. Altın ve ahşap kaplı oyma avizeler kristal aynalar altın kaplı dekor ürünleri kendimizi bir anda 18. yy da hissetmemize neden oluyor. Bu muhteşem atmosferden dans ederek çıkıp kendimizi Çin odalarına atıyoruz. Bu ufak odalarda gizli görüşmeler yapılır oyunlar oynanırmış. Sarayın her tarafından entrika ve dedikodunun yükseldiği anları hayal ediyorum. Tüm gözler Sisi üzerindeyken sahte gülüşmeler ve kurlaşmalar havada aşk kokuları… tam bir film seti gibi öyle değil mi 🙂
Vaftiz törenlerinin yapıldığı Şölen salonundan diğer odalara geçerek Napolyon Odasına geliyoruz. Eskiden burası Maria Teressa’nın odasıymış 16 çocuklu bir dönemin imparatoriçesi ve ülkeyi tek başına yöneten daha sonra oğlu Leopold’e devreden efsane kadın… Napolyon odası denmesinin sebebi ise Napolyon Viyanayı kuşatırken iki kez bu odada konaklamış ve ismini de oradan alıyor.
Buradan geçtiğimiz Milyon odası ise üzerinde hint pers minyatürlerinin ve gül ağacının süslemeleriyle kaplanmış bir oda. Odaki karşılıklı iki ayna da sonsuzluk hissiyatı veriyor. Goblen Salonuna geldiğimizde odanın duvarları ve koltukları ihtişamlı Brüksel dokumaları ile kaplı bizi içine çekiyor. Kırmızı Salonda tablolar görüyoruz. Bu tablolarda II. Joseph ondan sonra gelen II. Leopold ve Franz’ı görüyoruz. Maria Teressa ve Maria Antoinette’in de resimleri duvarda asılı. Viyana’ya ve bir döneme damgalarını vuran bu kadınlara uzun uzun bakıyorum.
Zengin odaya geldiğimizde Sarayın en gösterişli yatağını görüyoruz. Maria Teressa’nın özel odasına bağlı olan bu oda altın ve gümüş işelemelerle süslü oldukça gösterişli bir yer. Sarayda gördüğümüz küçücük İmparator yatağından sonra hayal kırıklığım birazda olsa geçiyor. Son odalardan biri de Franz Karl‘ın çalışma odası. Duvardaki tablolar Maria Teressa’nın çocuklarını gösteriyor. 16 çocuklu bu ailenin çocuklarından sadece 11 tanesi yetişkinliği görebilmiş diğerleri çocuk yaşta hayatlarını kaybetmişler. Büyük Tur biletimizin son odası ise 40. odamız ise Av Odası duvarda yine aile portleriyle dolu olan bu odada Franz Karl’ın çocukluk dönemine ait bir resimde bulunuyor. Bu son oda ile birlikte Saray’ın tüm odalarını görmüş bulunuyoruz. Biz tüm odaları görebilmek adına Büyük tur olan biletten almıştık Emperial Tur da ise sadece 27 odayı görebiliyorsunuz. Ortalama gezi 1 saat kadar sürüyor. Biz odaların içinde dolaşırken bir yandan da hayal gücümüzü kullanıp kendimizi o dönemde orada yaşıyormuş gibi hissederek oldukça eğleniyoruz. Biraz yoruluyoruz ama oldukça güzel bir Saray gezisi oluyor bizim için. Viyana’da zaman darlığından dolayı içini gezebildiğimiz tek saray olmasından dolayı diğer Saraylarla mukayese yapamıyorum ama değdiğini düşünüyorum. Fotoğraf çekemediğim için üzgünüm buraları bol fotoğraflarla anlatmayı ben de çok isterdim doğrusu.
Saraydan çıktığımızda kendimizi gizemli bahçelerine atıyoruz. Bu bahçeler inanılmaz büyük ve güzel.
Çeşmeler çiçekler tünellerle dolu bir labirent gibi. Dolaşmakla bitmiyor sanki. Kuş sesleri arasında minik serçeler hemen önümüzde yemek yerken ve su içerken biz hafif çiseleyen yağmur altında bahçelerin tadını çıkartıyoruz.
Şu güzel tünele bakarmısınız içinden geçmek öyle keyifliki. Kendimi tam bir prenses gibi hissederek kabarık elbiseler düşleyerek bahçelerinde dolaşmaktan büyük keyif alıyorum.
Şurada durup nedimelerimle iki çift laf edemeyecekiyiz canım. Nihayetinde bir Sisi olmak hiç kolay değil. 🙂
Bu güzel Sarayın bahçelerini de gezdikten sonra buradan ayrılmaya karar veriyoruz. Zamanımız az ve daha Viyana’da görülecek çok yer var. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere 🙂
About gezente
Gezente; Sitede ki gezi yazıları ve fotoğraflarının sahibi, aynı zamanda gezmeyi ve fotoğraf çekmeyi bir tutku derecesinde seven biri. Profosyonel düğün ve doğum fotoğrafçısı olarak çalışıyor. Evli ve Mishka isimli dünya tatlısı bir kedi sahibi. Hem çok okur hem çok yazar bir kişilik olması dışında farklı ülkeler ve şehirlerde kendi ruhundan bir parça bulabildiğine inanmakta. İnsanlarla sohbet etmeyi ve gittiği her yerin hikayelerini dinlemeyi de seviyor. Bunda hayalperest olmasının da bir payı olduğunu düşünüyor. Hiç bir şehir hikayesiz yaşanmaz ise her şehir de bir hikaye yaşamayı ve yaşanmışlıkları anlatmayı da istiyor. Hayali ise adam olacak çocuk programını izlediği yıllarda hayranı olduğu Barış Manço gibi dünyayı dolaşmak. Kim bilir belki de bu hayal gerçek olur.
3 Comments