Gezente.com

Monet’nin Bahçelerinde Gezmek…

← → Önceki ve sonraki yazılar için okları kullanın

Bir süre önce bir arkadaşımla Sabancı Müzesinde Ekim ayından beri sergilenen Monet’in Bahçeleri isimli sergiye gittik. Monet’i hepimiz izlenimcilik akımın öncüsü olarak az çok tanırız. En azından eserlerini bir şekilde görmüşüzdür. Bir sabah arkadaşımla kahvaltı yaparken aklımıza geldi ve hadi kalkıp Monet’in sergisini görmeye gidelim dedik. Hızlıca hazırlanıp dışarı çıkacaktık ama sabah kahvaltısı diye bahsettiğim olay öğle saatlerinde gerçekleştiğinden saatin kaç olduğuna bakmamıştık bile. Yinede kendimizi yollarda bulduk, yolda geçen uzun bir zaman dilimi sonunda henüz sergiye varmadan saat 16:00 olmuştu bile. Sergi kaçta kapanıyor diye bakmak istediysem bile internet bağlantısının yavaşlığından bakamadım. Kapıya vardığımızda 16:30 olmuştu ve ikimizde acaba yetişecek miyiz kaçta kapanır diye endişe içindeydik. Neyse ki akşam 20:00 ye kadar açıkmış ve çarşamba günleri de giriş ücretsiz.

Claude Oscar Monet

Claude Oscar Monet

Monet’in hayat hikayesinden bahsetmek istiyorum. Oscar Claude Monet adıyla 14 Kasım  1840 tarihinde Paris Lafitte’de bir bakkalın oğlu olarak dünyaya gelmiş. Monet’in babasının aile işi olan toptancılığa girebilmesi için Monet çok küçükken Le Havre kıyısına taşınmışlar. Monet 17 yaşındayken annesini kaybetmiş. Sanata karikatürler yaparak başlamış ve bunları satıyormuş. Eugene Boudin adında yerel bir sanatçı bu karikatürleri görmüş ve Monet’i resim yapmaya teşvik etmiş. Kır resimleri yapması için beraber gezilere çıkmışlar. Monet ” Ressam olmamı Eugene borçluyum, babama sanat öğrenmek istediğimi söyleyerek Paris’e gittim” demiştir. O dönemlerde stüdyo dışında resim yapmak alışıldık bir şey değildi, Monet Boudin ile dışarıda yaptığı çalışmalarla zaten bir farklılık yaratmaya başlamış.  Monet’in hikayesini kendi tablolarıyla anlatmaya devam etmek sanırım daha iyi olacak. Sergiye dönecek olursak koşarak geldiğimiz müze de önce bilet gişesine yönleniyoruz.

Michel Monetin bebeklik portresi 1878-1879

Michel Monetin bebeklik portresi 1878-1879

Girişte biletinizi aldıktan sonra sergiyi gezmeye başlamadan önce sesli rehberlerden edinmenizi öneririm. 5 tl karşılığında alacağınız bu rehber sayesinde her resmin hikayesini numaralarını tuşlayarak  öğrenebiliyorsunuz. Bu uygulama artık bir çok sergide yapılıyor ve gerçekten bizlerin resmi anlaması için büyük bir kolaylık sağlıyor. Sergi önce kronolojik sıra ile Monet’in yaşamından kesitler sunarak başlıyor. İçerideki odalarda ise Monet’in önce ailesini betimlediği resimlerle sergi başlıyor. Bu resim Michel Monet’in Bebeklik Portresi 1878-1879 arasında yapılmış. Yakından bakınca fırça darbeleri ve yönü basit vuruşlarla nasıl bu kadar güzel eserler yapabildiği yönünde beni hayrete düşürüyor. Ortaokul yıllarımda beni resme yönlendiren resim hocam sayesinde bazı teknikleri öğrenmiş kendi çapımda bir şeyler yapmaya başlamıştım. Belki de bu yüzden her tablonun dibine kadar gelip fırçanın yönüne tuvale nasıl dokunduğuna bakıp sonra daha geri gidip uzun süre resmi izliyorum. Resme o kadar yakından bakılmaz normalde ama ben detaylara o kadar düşkünüm ki her fırça darbesini yakından görmek istiyorum nedense. Bu nedenle sergileri dolaşmam biraz uzun sürüyor.

Aile portrelerinden sonra Monet’in gençlik yıllarını geçirdiği ve Boudin ile resimler yaptığı Normandiya yakınlarınındaki Le havre civarındaki resimlere geliyoruz. Burada öyle güzel manzara betimlemeleri var ki kendinizi o yıllarda hissediveriyorsunuz. Monet 1859 yılında resim yapmayı öğrenmek için Paris’e gitmiş. 1862 yılında Charles Gleyre adındaki sanat eğitmeninden ders almış. O dönemlerdeki ünlü sanatçılarla bir cafede buluşup fikir tartışmaları yaparlarmış bunlar arasında Renoir, Emile Zola, Cezanne gibi kişiler var. Arkadaşlık ettiği kişilere bakarsak nasılda bir dönemin öncüsü sanat akımını oluşturduklarına şaşırmamak gerek. Daha sonraki yıllarda Monet önce metresi sonra da karısı olan kişi ile  Camille Doncieux ile tanışmış. 1865 yılında Camille 19 yaşındayken onun ilk resmini yapmış, evlendikten 5 yıl sonrada ilk oğulları Jean doğmuş. Onları resmederken bile dışarıda doğanın içinde güneş ışıklarının çimenler üzerinde renklerin dansını yaparmış gibi resmetmiş. Resimlere bakarken kendinizi ister istemez o anların içine dahil ediyorsunuz. Muhtemelen eşi ve çocuğunu resmettiği düşünülen Argenteuil Yakınlarında Yürüyüş isimli tablosu karşısında uzun bir süre durdum. Sonra başka tablolara gidip baksam da bir kaç kere bu tabloya dönmekten kendimi alamadım.

Daha sonraki salonda başlayan devasa tablolar üzerindeki Nilüfer resimlerine geçtiğimizde  tuvaller karşısında küçüldükçe küçülüyoruz sanki. Monet Nilüferleri resmetmeye kafayı bir hayli takmış. 1883 yılında Paris’in 50 mil uzağında Giverny yakınlarında  bir ev kiralamış, 7 sene sonra da bu evi satın almış. Asıl amacı evin yakınlarındaki içinde göl olan bir araziyide satın alarak içinde nilüfer yetiştirebilmekmiş. Monet satın aldığı bu bahçe için bahçıvanlar tutarak Japonya’dan söğüt, zambak ve nilüfer sipariş edip burayı bir cennet bahçesine döndürmüş. Monet bu işe o kadar kafayı takmış ki bir arazi daha satın alıp bahçesini genişletmiş ve hayatının geri kalanını ölene kadar bu bahçede yetiştirdiği nadide nilüferleri tablolarında bir şahesere dönüştürerek geçirmiş. Bu tabloların bazıları gerçekten çok büyük, söğüt ağacının tersten yansımasıyla suyun üzerindeki nilüferleri gördüğünüzde eminim çok etkileneceksiniz.

Mavi zambaklar

Mavi zambaklar

Monet o dönemlerde gözlerindeki kataraktın büyümesi yüzünden görme konusunda oldukça sıkıntılı günler geçirmiş. Bazı tablolarında renklerin gerçekten çok flu olduğunu ve resmin bulanık olduğunu farkedeceksiniz. Aslında Monet bu şekilde görüyor ve gördüğünü resmediyordu, bu resimlerin aslında ne kadar bulanık olduğunun farkında değildi. Kendisi nihayet 1923 yılında ameliyat olduktan sonra tablolarına bakıp gerçekte nasıl göründüklerini gördüğünde şaşırdığını ifade etmiş. Söğüt dallarının yansıdığı göleti betimlediği resimlerini bu kadar büyük yapabilmek için 12 ye 24 metre boyutlarında bir stüdyo inşa ettirmiş. Bu resimler parçalar halinde ve her biri yaklaşık 2 ile 4 metre arasında. Zambakları çizdiği bu tablo ise gerçekten çok güzel. Renklerin pastelliği beni çok etkiliyor, kendimi orada doğanın bir parçasıymış gibi hissediyorum.

Monet’in son salondaki eserleri ise bahçesindeki ağaçlar, kemerli yol üzerine olan çalışmaları. Burada Güllü yol isimli tablosu benim en çok beğendiğim tablo oldu. Bu tablosuna benzer eserlerinde izleyiciler bu resmin yolun başından mı eve giden sonundan mı yapıldığı üzerine bir tartışma içinde oluyorlar genellikle. Bende anlamak için bakıyorum ama çokta belli değil maalesef. Gözlerindeki kataraktın yarattığı bulanıklık etkisi bu çok resimlerde en fazla dikkat çeken unsur sanırım. Anlaşılmaz gibi görünen bu eserlerin karşısında bir süre oturup düşünüyorum. Uzun uzun eserleri inceleyerek, Monet’in onları yaparken neler hissettiği gibi konularda yoğunlaşıyorum. Beni her zaman olayların hikayesi daha çok ilgilendirdiğinden Monet gözleri az görüyorken neler hissediyordu. Bu resmi çizerken neler düşünüyordu gibi sorular sürekli zihnimin duvarlarında dolaşıp duruyor. Uzun süre bu salonda kaldıktan sonra serginin sonuna geldiğimizden artık ayrılıyoruz.

Monet dışında Sabancı Müzesinde sergilenen Türk ressamlarının çok güzel tabloları da var. Diğer katlardaki bu sergileri de dolaştıktan sonra biraz da hediyelik eşya kısmına bakıyoruz. Burada satılan eşyalar aslında pahalı, ama çok güzeller. Kendime Monet kitabı alıyorum daha sonra da uzun uzun okumak ve Monet’i hatırlamak için. Dışarı çıktığımızda ise akşam olmuş ve hava oldukça soğumuş durumda. Arkadaşımla kendimizi bir masal aleminden gerçeğe dönmüş gibi hissediyoruz. Bir süre bahçeden İstanbul manzarası izleyerek aklımda Monet’in nilüferleri ile evime dönüyorum.

Not:Sergi içinde fotoğraf çekimine izin verilmediğinden görseller Sabancı Müzesi internet sitesinden alınmıştır.

← → Önceki ve sonraki yazılar için okları kullanın

2 Comments

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir