- Üsküp’te Bir Doğa Harikası; Matka Kanyonu ve Milenyum Haçı
- Ucuza Seyahat- 1 Günde Üsküp Nasıl Gezilir? Üsküp Gezi Rehberi
- Parma-İtalya Gezilecek Yerler-Alışveriş Rehberi
- Bologna-İtalya Gezilecek Yerler- Nerede Ne yenir?
- Basel Gezilecek Yerler -İsviçre Noel Pazarları
- Strazburg Gezi Rehberi – Gezilecek Yerler
- Heidelberg Gezi Rehberi – Almanya’nın Romantik Şehri
- Stuttgart Gezi Rehberi
- Avrupanın En İyi Noel Pazarları ; Eugisheim-Fransa
- Avrupanın En İyi Noel Pazarları; Colmar-Fransa
Baharın son renkleriyle; Alaçatı
Ege’nin son yıllarda adı sıkça duyulan sevimli beldesi Alaçatı‘da bir hafta sonu kaçamağı yapıyoruz… İlk tercihimiz tur ile İzmir civarını gezmek aslında, ancak katılmak istediğim tüm turlar malesef yeterli doluluk olmadığından geziyi gerçekleştiremeyeceklerini bildiriyorlar. Kısa zamanda bir tercih yapmam gerekince eşime “Kendimiz bir yerlere gidelim mi?” diye son alternatifimi sunuyorum. İzmir civarını dolaşmak niyetindeyiz, Alaçatı ve Çeşme üzerinde yoğunlaşıyoruz. Çok fazla zamanda olmadığından bu sefer hiç araştırma yapmadan Alaçatı’da konaklamayı düşünüyoruz.
Önce booking.com‘dan otel arayışına giriyorum, bir kaç otele baktıktan sonra Zeus Otel‘i aramaya karar veriyorum. Ne kadar doğru bir tercih yaptığımızı ise gittikten sonra öğreniyoruz. Başka bir otel aramıyorum açıkçası, telefona çıkan Muhsin Bey oldukça samimi konuşuyor ve gitmeden önce otel ve çevresi hakkındaki sorularımı güzel bir şekilde yanıtlıyor. Eşimi arayıp durumu anlatıyorum oda otelle konuşup aynı sonuca varınca rezervasyon yapılmış oluyor.
Otel sorunu çözüldükten sonra ise otobüs, uçak bileti gibi ulaşım alternatiflerine bakıyorum son anda uçaklarda yer olmayışı ve pahalı oluşları nedeniyle otobüste karar kılınıyor ve internet üzerinden Kamil Koç ve Nilüfer Turizm firmalarından biletleri alıyorum…
Biraz tarih bilgisi vermek gerekirse; Alaçatı’nın Antik Çağdaki adı “Agrilia“. İonya denilen bölgedeki bir yerleşim yerinde kuruluyor. Heredot burası hakkında şöyle diyor: “İonlar kentlerini, bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzü altında ve en güzel iklimde kurmuşlar. Ne daha kuzeydeki bölgeler, ne de daha güneyde kalanlar İonia ile bir tutulabilir. Ne doğusu, ne batısı; kimisi soğuk ve ıslak, kimisi sıcak ve kurak olur…” Sanırım bu sözler bile bölgenin güzelliğini anlatmaya yetiyor. Sonraki çağlarda, Osmanlılar döneminde ise bölge daha çok askerlerin konakladığı “yaya-müsellem” adıyla anılıyor. Bu dönemlerde orduyla birlikte yerleşen büyük bir aşiretin adı ise Alacaat aşireti ve belde de adını buradan alıyor.
Burada Rumlarla yaşanan ilginç bir olay var. Alaçatı nispeten bataklık bir bölge olduğu için oraya gelip yaşayan kimse olmadığından 1850 yılında dönemin sadrazamı bataklıkların kurutulup yerleşime açılması talimatını veriyor. Bölgeye çalıştırılmak için civardaki adalardan Rum işçiler getirtiliyor. Bölgenin düzenlenip yerleşime açılmasından sonra toprak zengini ağalar kendi topraklarını bir süreliğine işlemeleri için Rum işçilere veriyorlar. Zaman içinde Rumlar bölgeye yerleşip kalabalıklaşıyor. İşçilere verilen kullanım süresi bittiğinde Rumlar bölgede bağcılığı geliştirmiş ve şarap üretiminde hatırı sayılır bir mevkiye geldiklerinden buradan ayrılmak istemiyorlar. O sırada Balkan savaşı çıkıyor ve Yugoslavya, gibi Makedonya ülkelerden gelen göçmenler Alaçatı’da ikamet ettiriliyor. Bu olay Rumlar arasında huzursuzluk yaratıyor ve bölgeyi terk ediyorlar. Daha sonra geri gelen Rumlar bu sefer de 1923 de imzalanan Lozan Antlaşması ile Yunanistan‘daki müslümanlar Türkiye‘ye buradaki Rumlar’da Yunanistan’a gönderiliyor.
Alaçatı’nın yerleşik nüfusu bu olaydan sonra hızla değişiyor. Eskiden ünü yurt dışına ulaşan şarap üretimi balkanlardan gelip bölgeye yerleşen ama bağcılıktan anlamayan göçmenler nedeniyle artık yapılmaz oluyor. Üzüm bağlarının tamamı sökülüp yerine tütün ekiliyor ancak tütünde bu bölgenin bitkisi olmadığından çokta fazla tutunamıyor. Bunun yerini zamanımızda turizm, meyve ve sebze yetiştiriciliği alıyor. Yüzyıllar içinde değişen Alaçatı’da üzüm şimdi bir sembol olarak kullanılıyor. Sokaklarda dolaşırken üzerinize sarkan üzüm asmaları hoş bir görüntü oluşturuyor.
Gece 23:30 da İstanbul Otogar‘ından başlayan yolculuk sabah 10:15 civarında Alaçatı’da sona eriyor. İndiğimiz yerde bizi Muhsin Bey’in bir ahbabı karşılayıp otele kadar getiriyor. Taş evler mevki denilen bölge, henüz bir kısmında inşaat süreci devam eden iki katlı butik otellerin topluca bulunduğu bir yer. İnşaat kışın devam ediyor, yazın ise rahatsızlık vermemek amacıyla ara veriliyor, yollar hafif tozlu bu nedenle. Kısa süren yolculuk sonrası otele geldiğimizde otelin Sibirya kurdu kırması köpeği İvan bizi karşılıyor. Muhsin Bey işi nedeniyle Çeşme’ye gittiğinden bizimle gelini Selin Hanım ilgileniyor. Önce, istediğimiz havuza açılan oda dolu olduğu için kısa süreliğine üst kattaki başka bir odaya geçip geçemeyeceğimizi soruyorlar. Bize hazırladıkları kahvaltıyı yaparken odanın hazırlanacağı iletiliyor bizde kabul ediyoruz. Kahvaltı sonrası üst kattaki odaya geçip hemen denize gitmek istediğimizi söylüyoruz.
Sörf plajı‘na giden minübüsler otelin çok yakınında olan asfalt yoldan geçiyor. Çantamızı hazırlayıp yola çıkıyor ve minibüs beklemeye başlıyoruz. Meğerse plaja giden minibüsler her yarım saatte bir kalkıyormuş ve biz bir öncekini kaçırmışız. Yol kenarında beklerken bir araç yaklaşıyor ve bize 5 dakika sonra geliyorum biraz bekleyin diyor. Eşimle birbirimize bakıp “Bu adam kim?” diye düşünmeye başlıyoruz, tamda beklemekten sıkılmışken önümüzden geçen başka bir minibüse daha plaja nasıl gideceğimizi soruyoruz oda az ilerdeki Terminal’e kadar götürebileceğini ordan direk binebileceğimizi söylüyor. Bizde Terminal’e gidiyoruz o sırada 10 dakika önce “Beni bekleyin” diyen adam yanımıza geliyor ben sizi plaja götürecek minibüsün şöförüyüm ondan öyle dedim diye açıklama yapıyor. Terminalden sörf plajına minibüsle gitmek için 3 tl ödüyoruz.
Sörf plajına gittiğimizde havanın oldukça rüzgarlı ve soğuk olduğunu görüyoruz. Bu havada nasıl denize girilir diye bir süre kararsızlık yaşadıktan sonra şezlong almak için ilerideki görevliye soruyoruz iki kişi 40 TL ayrıca şemsiye için ayrı ücret deyince almaktan vazgeçiyoruz.
Alaçatı hakkında bu nokta hakkında söyleyeceğim çok önemli bir şey var; Rüzgara aldanıp güneş kremini geç sürmek gibi bir hataya düşmeyin, sonuçları gerçekten çok acı olabiliyor. Bünyem test edip onayladı; Alaçatı rüzgarı, insanı çok yakıyormuş. Bu acı ama gerçek deneyimi yaşadıktan sonra denizin, kumun tadını çıkarıyoruz.
Akşam üstü otele döndüğümüzde Muhsin Bey gelmiş oluyor ve tanıştıktan sonra bavulumuzu aşağıdaki odaya indiriyoruz. Akşam yemeğini yemek ve Alaçatı içinde dolaşmak için dışarı çıkıyoruz. Taş evler mevkinden Alaçatı merkezi sadece bir kaç dakika yürüme mesafesi uzaklıkta. Öncelikle en merkezi yer olan Kemal Paşa caddesine gidiyoruz. Kemal Paşa caddesi Alaçatı’nın küçük merkezindeki en işlek ve en sevimli cadde.
Evler genellikle beyaz boyalı, mavi panjurlu veya cumbalı… Evlerin kapısı, duvarı, sokakları rengarenk çiçeklerle süslenmiş. Beni en çok büyüleyen şey bu çiçeklerle dolu sokakların güzelliği ve evlerin hepsinin bir uyum içinde olması. Restoranlar da aynı uyum içinde olduğundan tam bir sahil kasabası havası esiyor her yerde. Önce Alaçatı sokaklarında dolaşmaya sonra da yemek yemeye karar veriyoruz.
Sokaklarda ressamlar çalışmalarını sergiliyor. Çoğu oldukça güzel, bir süre resimleri seyrediyorum. Sokak aralarında gördüğümüz turşucular ise oldukça ilginç. Cumbalı, taş ve ahşap karışımı evler ve turşucular ile ortamda Osmanlı dönemi havası esiyor. Yürürken karşımıza çok sayıda hediyelik eşya dükkanı çıkıyor burada en popüler şey Yel Değirmeni motifi. Çeşit çeşit magnetler satılmakta magnetler 3 TL’den başlıyor ama magnetlerin biraz büyük boyu olanlar 10-15 TL arasında. Özellikle balık, kelebek motifli kapı süsleri ve duvar süsleri revaçta.
Höyük adında bir hediyelik eşya dükkanında çok güzel el yapımı biblolar, duvar, kapı süsleri bulunuyor. İçeriye girip sahibiyle biraz sohbet ediyoruz buradaki farklılık ve çeşitliliğin farklı ustaların ellerinden çıkan ürünlerden kaynaklandığını söyleniyor. İçeride 10-15 farklı ustanın yaptığı ürünler sergileniyor. Ortalama fiyat 10 TL ile 40 TL arasında değişiyor tabi çok daha pahalı olanları da var. Dükkan çok renkli, içeri girip eşyalara bakıp fotoğraf çekiyor ve beğendiğim birini de alıyorum.
Dükkanları ve sokakları dolaşarak biraz daha alışveriş yapıyoruz. Akşam yemeği içinde güzel bir mekan arayışı içindeyiz aynı zamanda. Mekanlara bakalım derken ileride Yel Değirmenleri olduğunu görüyorum o tarafa doğru yürüyoruz. Yel Değirmenleri 150 yıldır buğdayı öğütmek için kullanıldıktan sonra şimdilerde turizm amaçlı kullanılmakta. Şu anda restorasyon aşamasında olduğu için etrafta moloz yığınları var yollarıda biraz tozlu olduğundan oraya çıkarken biraz sıkıntı yaşıyoruz. Arka arkaya kurulu bu değirmenler şehre yukarıdan bakan bir manzara eşliğinde, güneşin batışını izlemek için güzel bir atmosfer oluşturuyorlar. Değirmenlerin yan tarafında bir restoran ve cafe var isteyenler burada yemek yiyerek ya da çay içerek manzaranın tadını çıkarabilirler. Yel Değirmenleri restore edilmiş edilmesine ama eski halinin fotoğraflarına bakınca biraz farklılık yaptıklarını da görüyorum. Her restorasyon aşamasında bu işi yapan firma kendinden de bir şeyler eklediğinden sonuç ilk halinden oldukça farklı oluyor maalesef. Yel Değirmenlerinin bir benzeri de Yunan adalarında var…
Değirmenlerin yanından ayrıldıktan sonra akşam yemeği için bir restoran arayışına giriyor, bir kaç yer dolaşıyoruz. Genelde balık ürünleri revaçta ama güzel bir balık restoranı gözümüze kestiremeyince yöresel yemekler yapan Beğendik Abi isimli bir restorana giriyoruz. (Restoran’ı sanal tur olarak şuradan görebilirsiniz.) Mekan Yel Değirmenlerinin tam karşısında olduğu için yemek yerken güzel bir manzarada size eşlik ediyor. Bu mekan Handan isimli bir işletmeci tarafından Urla‘da açılmış yemekler artık gazete sayfalarına da taşınınca bir şubesi de Alaçatı’da açılmış. Mekan aldığı övgüleri hak ediyor, dışarıda yemek yerken sürekli şikayet eden biri olarak yemeklerin tadına bakınca tam olarak ev yemeği tadında ve gerçekten çok lezzetli olduğunu söylüyorsam gerisini siz düşünün. Alaçatı’ya gidenlerin buraya uğramalarını tavsiye edebilirim. Mekanda daha önce hiç tatmadığım kabak çiçeği dolması yiyorum ki gerçekten çok beğeniyorum hatta bu vesile ile kabak çiçeği alıp evde yapar mıyım diye düşündüm ama satıcı en fazla 2 gün dayandığını söyleyince vazgeçiyorum. Ana yemek olarak aldığımız Çeltik kebabı ve Misket köfte’nin de tadı güzel.
Çeltik kebabını da ilk kez deniyorum ve oldukça beğendiğimi söyleyebilirim. Fiyatlar ise orta karar, karışık zeytinyağlı tabağı 10 TL, Çeltik kebabı 18 TL, Misket köfte 13 TL, Pilav tabağı 6 TL. Mekan sahibi orada olmadığından tanışamıyoruz ama yemeklerinin tadı hala damağımda…
Keyifli bir akşam yemeğinden sonra hava biraz soğumaya başlıyor bizde otele dönmeye karar veriyoruz. Yol üzerinde gördüğümüz oteller de çok sevimli. Açıkçası burada kalacağınız çoğu yer çok güzel olacaktır. Her otel kendine göre farklı renk cümbüşü ile boyanmış durumda… Sokaklarda biraz daha dolaşıyoruz. Alaçatı’da Akşam hareketliliği başlamış her yer alışveriş yapan, dolaşan renkli bir kalabalıkla dolmuş durumda. Eylül ayında bile Alaçatı kalabalık diyebilirim eminim yaz aylarında çok daha kalabalık bir yer haline geliyordur. Akşam otele döndüğümüzde Otel sahibi Muhsin Bey ve gelini Selin hanım ile oldukça keyifli bir sohbete başlıyoruz. Muhsin bey bize gençliğinde gezdiği yerleri anlatıyor neredeyse bütün dünyayı dolaşmış. Zamanının çoğunu çocukları ile Alplerde kayak yaparak geçirdiğinden bahsediyor. Gezgin ruhu taşıyan insanlarla tanışmak öyle keyifli ki özellikle de yaşı bizden büyük olup deneyim sahibi insanlarla sohbetin tadı bir başka oluyor. Geç saatlere kadar sohbet ediyoruz, gündüz güneşin altında fazla kaldığımız için oluşan güneş kızarıklıkları can sıkıcı bir hal aldığından onların yayından ayrılıp sessiz bir Ege akşamında uykuya dalıyoruz.
Related Posts
About gezente
Gezente; Sitede ki gezi yazıları ve fotoğraflarının sahibi, aynı zamanda gezmeyi ve fotoğraf çekmeyi bir tutku derecesinde seven biri. Profosyonel düğün ve doğum fotoğrafçısı olarak çalışıyor. Evli ve Mishka isimli dünya tatlısı bir kedi sahibi. Hem çok okur hem çok yazar bir kişilik olması dışında farklı ülkeler ve şehirlerde kendi ruhundan bir parça bulabildiğine inanmakta. İnsanlarla sohbet etmeyi ve gittiği her yerin hikayelerini dinlemeyi de seviyor. Bunda hayalperest olmasının da bir payı olduğunu düşünüyor. Hiç bir şehir hikayesiz yaşanmaz ise her şehir de bir hikaye yaşamayı ve yaşanmışlıkları anlatmayı da istiyor. Hayali ise adam olacak çocuk programını izlediği yıllarda hayranı olduğu Barış Manço gibi dünyayı dolaşmak. Kim bilir belki de bu hayal gerçek olur.