Gezente.com

Nemrut Dağı’nda gün batımı…

← → Önceki ve sonraki yazılar için okları kullanın

Bu sabahta gözümü Şanlıurfa ilinde açıyorum. Bavul toplama merasimi bitince hızlıca kahvaltı edip Otobüse biniyorum. Gezilecek çok yer var ama akşamki Sıra gecesi eğlencesinden sonra kendimi biraz yorgun hissediyorum. Tabiki günün ilerleyen saatlerinde Adıyaman’ da başımıza gelecek olanlardan habersiziz. Ama her şeyi sıra ile anlatmak lazım. İlk durağımız Harran. Anadolu’da kurulan ilk İslam üniversitesi burada bulunuyor. Otobüsten indiğimizde bir çocuk ordusu tarafından yeniden kuşatılıyoruz. Ellerinde ne varsa satmaya çalışıyorlar özellikle de kalem. Neden kalem satmaya çalıştıklarını anlamıyorum, yazı yazmayı gerektirecek bir şey yok. Ya da kendilerince en kolay satın alabildikleri ve ucuz bulduklarından bunu tercih ettiklerini düşünüyorum. Çocuklardan biri yanıma yaklaşıp iltifat etmeye başlıyor. ”Buradaki köyün ağası sana çok başlık parası verir haa diyor ” gülüyoruz ama çocuk ısrarcı ablaa ablaa diye peşimden ayrılmıyor. Kendince bir başlık parası bile belirliyor benim için. Gerçi saçlarım sarı değil de kızıl olduğu için biraz tereddütte kalıyor ama ona da bir çare bulunacağını söylüyor. Açık tenli insanların az olduğunu söylüyor ağa sarışınlardan hoşlanıyormuş diye de tüyo veriyor. Oldukça gülüyoruz çocuk ikna etmekte zorlanınca o zaman bir şey satın alın diyor. Çocuklar gerçekten ısrarla para istiyor. Rehberimiz ve sabah gelirken yoldan aldığımız o yörenin rehberi kesinlikle para isteyen çocuklara acıyıp para vermeyin diyor. Hem etrafınızda toplanacak yüzlerce çocuktan kurtulamazsınız hem de buradaki aileler zaten pamuk zengini aslında paraya hiç ihtiyaçları yok sadece şartlar öyle gerektirdiği için böyle giyiniyorlar diyor. Çıplak ayakları ile peşimizden çocuk grubuna bakınca çok üzülüyorum ama onları emeksiz para kazanmaya alıştırmamak adına da para vermiyorum. Araçtan indiğimizde ovanın ortasında bulunan eski Harran üniversitesini görüyorum ama ancak  uzaktan fotoğraf çekebiliyorum çünkü kazı ve onarım çalışmaları nedeni ile bölge tel çitlerle çevrili ve girişler yasak.

Harran Üniversitesi

Harran Üniversitesi

Yolculuk sırasında ovalarda bol bol koyun görmek mümkün, sürüler halinde çimenlere yayılmış kaygısızca geçişimizi izliyorlar. Ayrıca konik kubbeli evler de hemen dikkatimi çekiyor.

Konik Kubbeli Ev

Konik Kubbeli Ev

Buradan yürüyerek konik kubbeli evlerden birini ziyaret ediyoruz. Evler hem ziyarete açık hem de yaşam aynı şekilde sürüyor. İçeri girdiğimde odalardan birinde uyuyan bir çocuk görüyorum. Yataklar var kıyafetleri asılı duruyor, günlük yaşamları devam ederken aynı zamanda bahçesine kurdukları stant üstünde çeşitli eşarplar, bölgeye has kaftanlar satıyorlar. Bahçenin hemen dışında iki tane deve varsanırım belli bir ücret karşılığı deve ile gezmek mümkün. Çok fazla zamanım olmadığı için deveyle fazla ilgilenmiyorum. Evin içinde bayanların ya da erkeklerin fotoğraf çekerken kullanmaları için yöresel kıyafetler asılı, özellikle bayanlar bunları giyerken çok eğleniyor. Bahçede asma ağaçları altında küçük birde çardak yapmışlar altında tabureler ve ufak masalar koymuşlar. Zaman olsa da şurada bir kahve içebilsek diye düşüyorum. Evin bahçesinden dışarı çıkıp diğer evlerin etrafında dolaşmaya başlıyorum. İki kız çocuğu yanıma geliyor ve kürtçe bir şeyler söylüyorlar anlamıyorum. Ellerini açtıklarında para istediklerini anlıyorum, ama gözleri paradan çok sevgi ve şefkat ister gibi bakıyor. Birisi başını okşadığında biraz ürkekçe bakıp gülümsüyor. Manzara bu açıdan bakınca biraz iç burkucu. O saatte okulda olmaları gerekirken yalın ayak sokaklarda dolaşmaları beni biraz üzüyor açıkçası. Çoğunlukla turistlerden para kazandıkları için okula gitmiyorlarmış. Yöresel rehberimiz bu konuda ” burada yaşayan biri olarak çok üzgünüm ama bunu ailelere anlatmak oldukça güç ” diyor. Çocuklar okul yerine çalışmaya gönderiliyormuş. İşte tamda bunları dinlerken Doğu bölgesinde olduğumu hissediyorum etrafa turist gözüyle bakmayı bırakıp yaşam koşullarını ve zorlukları düşünüyorum…

Harran ovasından ayrılırken ardımda derin düşünceler bırakıyorum. Buradan sonraki uğrak noktamız ise Hz Eyüp Peygamber Sabır mekanı. Eyüp Peygamber zamanın zenginlerinden biriymiş. Zengin ancak oldukça inançlı biriymiş etrafındaki insanlar ” bu kadar zenginken ahlaklı olmak kolaydır, hele bir muhtaç kalmaya görsün her türlü kötülüğü yapar” dermiş. Bir gün Eyüp peygamberin sahip olduğu hayvanlar tek tek ölmeye başlamış, aniden bütün malvarlığını yitirmiş. O sırada bir göçük olmuş ve evi de yerle bir olmuş, bütün çocukları ölmüş bir tek karısı hayatta kalmış. Parasız pulsuz, bütün ailesini kaybetmiş biri olarak buluverince kendini, bu haline çok üzülmeye başlamış üzüntüleri sonucu vücudunun her yerinde çıbanlar çıkmış artık yürüyemez ve konuşamaz durumdayken Allah’a yalvarıp şifa dilemiş ve duyduğu vahiy üzerine ayağını yere vurmuş o esnada yerden su fışkırmış; çıkan suyu içmiş ve o suda yıkanmış… Derken bütün yaraları iyileşmiş. Kendisine sabretmeyi bildiği ve sonunda eski günlerine kavuştuğu için sabır Peygamberi deniliyormuş. Mekanda bir cami bir avlu ve avlu içinde bir mağara var. Merdivenlerden aşağı doğru inince havasız ve çok küçük bir mağara ile karşılaşıyorsunuz burada Hz Eyüp Peygamberin namaz kıldığı ve ibadet ettiği söyleniyor. O kadar küçük ki birkaç kişiden fazlası aynı anda içinde bulunamıyor.

Buradan çıktıktan sonranı görmek için yola devam ediyoruz. Atatürk Barajı malum Gap projesinin bir parçası.. Seyir terasında oturup etrafı seyrediyoruz. Buradan bakılınca baraj sularının maviliği çölün ortasındaki deniz hissini yaratıyor. Suyun büyük kanallarla nehirlere kavuşmasını izlemek insanı dinlendiriyor. Tepeye kocaman DSİ yazmışlar. Suyun maviliği ağaçların yeşili ile buluştuğu yerde bu manzarayı izlemeye doyum olmuyor. Bir süre burada fotoğraf çekiyoruz ama yapılacak fazlaca bir şey yok manzarayı içimize çekip hafızamızda hapsettikten sonra yola devam ediyoruz. Yolumuz uzun istikamet Adıyaman…

Adıyaman’da öğle yemeği molası veriyoruz bizim için şehirden nefret etme sebeplerimizin başlangıç noktası. Öğle yemeğini aldığımız restoranda temizlik maalesef yeterli değil yemekler tozlu tabaklarda geliyor dikkatli olmak lazım. Yemekten sonra Nemruta çıkış maratonu başlıyor bunun için önceden ayarlanmış olan minibüslere biniyoruz. Uzun bir yolculuktan sonra Karakuş tümülüsüne ulaşıyoruz. Kommangene kralı II. Mithradates tarafından annesi İsas adına yaptırılan anıt mezar, sütun üzerindeki kartaldan dolayı Karakuş Tümülüsü olarak anılıyor. Tümülüs mezarda ölen soylu kadınların mezarları bulunuyor bu noktadan bakılınca Nemrut dağını görebiliyorsunuz. Aynı zamanda kralın ölen kız kardeşinin de burada bulunduğu ve mezar taşının üzerinde ” O dünyanın en güzel kadınıydı ” yazdığı söyleniyor. Ön taraftaki sütun üzerinde büyük bir kartal figürü var , arka taraftaki sütun üzerinde ise tokalaşan iki kişinin kabartması mevcut. Bu kabartmanın, yapılan barış antlaşmasını simgelediği düşünülüyormuş.

Minibüslere binip yola devam ediyoruz birden karşımıza Cendere Nehri çıkıyor. Nehrin üzerinde oldukça güzel yapılmış Cendere Köprüsü var. Tarihi bir köprü olduğu ve yıkılma tehlikesi olduğundan bu köprü üzerinden minibüslerin geçişi yasak. Nehrin az ilerisinde yeni bir köprü daha yapılmış araç trafiği de oradan sağlanıyor. Biz köprüyü yürüyerek geçiyor ve köprünün bol bol fotoğrafını çekiyoruz. Cendere köprüsü Romalıların yaptığı 2. en geniş köprü olma özelliğini taşıyor. Her biri 10 ton ağırlığında yaklaşık 92 taştan meydana gelmiş. Köprünün üstündeki Latince bir yazıdan anlaşıldığına göre Roma İmparatoru Septimus Severus (193-211), karısı ve oğulları adına yaptırmış. Köprüyü geçtikten sonra karşımıza halay çeken bir grup genç çıkıyor. Halaya katılmak isteyenler bir süre burada gençlere eşlik ediyor, o sırada bende dut ağaçlarını ve fıstık ağaçlarını keşfediyorum. Daha önceden fıstık ağacı görmediğimden oldukça ilginç geliyor. Burada fazla oyalanmıyoruz çünkü yolumuz uzun bizde araçlara binip Nemrut tırmanışına devam ediyoruz.

Nemrut Dağı‘nın tepesine geldiğimizde minibüslerden iniyor ve bir süre yürüyoruz, isteyenler limuzin yada taksi diye tabir edilen eşeklerle bu yolculuğu belli bir ücret karşılığında yapabiliyorlar. Aşağıda çok güneşli olan hava gün batımı yaklaştığından ve 2.150 m yüksekliğe tırmandığımızdan aniden soğuyor. Nemrut dağının tepesine geldiğimizde tura başlarken yanımda sadece yağmurluk tarzı ince bir montla geldiğim için çok pişman oluyorum. Bu konuda ne tur sayfasında bir uyarı var ne de rehber bizi uyarıyor. Kesinlikle yazın ortasında dahi olsanız yanınızda eldiven, atkı, bere ya da kalın bir mont getirmelisiniz. Keskin bir rüzgar var ve gerçekten çok soğuk. Minibüsten inerken üzerinde bir t-shirt varken indikten sonra yanımda ne varsa üzerime giymeye çalışıyorum. Yalnız bahsetmeden geçemeyeceğim bu yükseklikte bulutlar çok güzel görünüyor. Tümülüsün yanına nihayet ulaşıyoruz. M.Ö 62 yılında, Kommangene Kralı Antiochus Theos buraya kendi mezar anıtını yaptırmış. Kralın kemiklerinin ya da küllerinin ana kayaya oyulmuş odaya konulduğu ve 50 metre yüksekliğinde ve 150 metre çapındaki tümülüs ile örtüldüğü düşünülmekteymiş. Girişi kuzeyden olup doğuda ve batıda dini törenlerin yapıldığı teras şeklindeki avlular yer alıyor. Heykeller her iki tarafta da şu şekilde sıralanmış; Kral 1. Antiochos (Theos), Fortuna (Theichye-Kommagene-Tanrıça) Zeus (Oromasdes), Apollo (Mithras-Helios-Hermes), Herakles (Ares-Artagnes). Burada bulunan aslanlı horoskop üzerinde gökyüzündeki yıldızların konumu gösteriliyor. Bu yıldız haritası incelendiğinde ise Kralın tahta çıktığı günü işaret ettiği anlaşılıyor ve bu yıldız dizilimi 25.000 yılda bir gerçekliyormuş. Bu kadar planlama ve bu kadar uğraşı Kralın gücünün ne denli kuvvetli olduğunu anlamamı sağlıyor. Nemrutta güneş ufuktan kaybolmadan önce sanki son bir kez yükselip bize göz kırptıktan sonra batıyormuş gibi hissediyorum. Belki de bizi ve dağı selamlıyordur. Manzara o kadar güzel ki bunca zorluğa ve çok üşüyor oluşumuza rağmen geldiğimize değiyor. Kesinlikle gün batımını buradan bir kez izlemenizi tavsiye ederim. Fotoğraf çekmeyi sürdürürken bir kız yanıma yaklaşıyor ve fotoğraflarını çekip çekemeyeceğimi soruyor. 4 kız bizimle aynı tura katılmış ama farklı bir tur aracıyla gelmişler. Birbirimize bir süre bakıyoruz çünkü bir yerden tanıdık geliyorlar, tamda nerden tanıyorum diye düşünürken kızlardan biri arkadaşına benim adımla seslenince jeton düşüyor. Adaşımla 2 sene önce Batı Karadeniz turunu yaptığımızda aynı tur grubu içindeydik. Onlarda bizi hatırlıyorlar ve oldukça şaşırıyorlar hatta kısa bir muhabbette geçen sene aynı tarihte onlarında Kapadokya’ ya gittiklerini duyunca şaşkınlığım bir kat daha artıyor. Meğer 3 yıldır aynı tur şirketi ile aynı tarihlerde aynı yerlere gidiyormuşuz iki turda karşılaşma ihtimalimiz İstanbul’da yaşayan milyonlarca insan olduğunu düşünce aslında oldukça az gibi geliyor. Ama hayat tesadüflerle dolu, yaşadığınız şehirden yüzlerce km ötede farklı şehirlerde sizi karşılaştırabiliyor. Bu hoş tesadüften sonra inme vakti geliyor ve dönüş yolculuğuna başlıyoruz. Yalnız otele döndüğümüzde yemek saatini kaçırmamız sebebi ile yemek kalmayışı son kalan yemeğin bozulmuş olduğunu düşündüğüm bir tavuk olması bizi şoka sokuyor. Tavuktan yediği ve muhtemelen çok üşüdüğümüz için arkadaşımın gece yarısı aniden hastalanması ile turun geri kalanı biraz kabusa dönüşüyor çünkü arkadaşım ertesi günkü tura maalesef katılamıyor yalnız başıma seyahat etmek zorunda kalıyorum.

← → Önceki ve sonraki yazılar için okları kullanın

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir